Kadın'ın Esrarı Mesrarı Yok Bal Gibi Erkeğe Benziyor, Tomris Uyar

Çağdaş kadının gerçek yüzü nedir? Geleneksel bakışta iki tür kadına yer vardır genellikle; yuva yıkıcı, uğursuz, güçlü kadın ve boynu eğik, ince, erkeğinin eline bakan edilgin ana/eş kadın. En soylu sanat yapıtlarından en sulu gözlü filmlere kadar her yerde bu egemen ideolojinin sonuçlarına rastlayabiliriz.

Son on yılda edebiyat alanına iyice yerleşen kadın yazarların gözüyle nedir kadın? Yıllar yılı susturulmuş, birkimini içinde tutmuş, gücünü usul bir patlamaya hazırlamış kadın, ilk ne zaman zincirlerinden kurtulmayı denemiştir?

Simone de Beauvoir, Kate Millett, Margaret Mead vb. konuyu düşünsel, psikolojik siyasl-toplumsal açılardan irdeleyedursunlar, Batı'dan gelen "örnek"ler kendi sözlerini söylediler. Erica Jang Uçuş Korkusu ve Önce Can ile, Marriyln French Kadınlara Mahsus ve Yaralı Kalpler ile Türk okurlaruna zincirlerinden kurtulmaya çabalayan ama galiba pek de başarılı olamayan kadınları tanıştırdılar. Yetkinlikleri su götürür bu yazarlar, doğruculuğa, içtenliğe susamış, kadının asıl yüzünü, cinsel yaşamını, eğilimlerini, sorunlarını merak eden okur kitlesinin bu gereksinimlerini karşıladılar. Yıllar yılı gizli kalmış kadın, bütün çıplaklığıyla gözler önündeydi işte. Esrarı mesrarı yoktu, bal gibi erkeklere benziyordu. Gerçi bu esrar perdesinin kalkması biraz "striptease" sonucuyla çıkan çıplak gerçeğe benziyordu ama olsundu, erkek okurlar hoşnuttu bundan.

Sue Kaufman'ın Çılgın Bir Evkadınının Güncesi adlı romanı da kısa sürede 19baskı yapmış, Frank Perry'nin romandan çektiği film de tutulmuş. Romanda, çocuklarına bakmak, kocasına bakmak, köpeğine bakmak, kendine bakmak zorunda kalan New Yorklu bir ev kadınının, başarısız bir ressam hayatını anlatıyor. Kocası idealizmi boşlayıp yükseklere tırmandıça, o umutsuzluğun uçurumunu boylayacaktır. Evli evine köylü köyüne diye biter roman yine de.

Neden ağzımız bir karış açık okuyoruz bu sıradan ürünleri, bilmem. Nezihe Meriç, dostukta kadın-erkek ayrımı gözetmeyen aydın kadının çeevreden gördüğü baskıyı ta ne zaman işlemişti yapıtlarında. Leyla Erbil kadının yüklendiği cinsel rolün düzmecelerini, toplumun aydın bir kadını dişiliğini yadsıma noktasına iten ikiyüzlülüklerini sayıp dökmüştü. Sevgi Soysal çıkmaza giren ilişkilerden zararlı çıkmayı göze alan, doğru, haklı bulduğunun ardından giden kadını, Adalet Ağaoğplu benimsemek zorunda kaldığı ilkelerle öz değerleri arasında parçalanan kadını, Füruzan kendinin bilincine varmadan saflığını yitiren çocuk kadını, Pınar Kür baskıdan ve korkudan ölüme, suskunluğa mahkum edilen hiç kadını anlatmışlardı o dönemde. Peki neden bu yazarların yapıtları ecnebi yazarlarınki kadar ilgi görmedi dersiniz?

Sorunun yanınıtını "Yazko Edebiyat" dergisinin Aralık sayısında "Bir Ahlak Dersi" başlıklı yazısıyla Genç Kız ve Ölüm'ün yazarı Aysal Özakın şöyle veriyor;
" Romanda savunulan Batı'daki apolitik feminist hareket değildir. Tersine kadın sorununa Türkiye'nin toplumsal ve siyasal koşulları göz önünde tutularak yaklaşılmaya çalışılmaktadır... Bizim savunduğumuz kadın hareketi erkeğe karşı değil, baskıya karşıdır, baskı araçlarını elinde tutan erkeğe karşıdır."

Kadın'ın Esrarı Mesrarı Yok Bal Gibi Erkeğe Benziyor - Tomris Uyar
(Nokta Dergisi, 22-28 Şubat 1982)

Arşiv