Sanat tehlikelidir çünkü hakikate işaret eder. Bu
nedenle 18. yüzyılda ABD’de kölelerin önce davul sonrasında ise tüm
müzik enstrumanlarını kullanmalarının yasaklandığı bir dönem olacaktı.
Gerekçe ise gayet anlaşılır: İsyana teşvik.
Bu yazıyı müstakil olarak okuyabileceğiniz gibi dertli
sanatçı arketipinin modern karşılıklarını örneklediğim ilk yazı ve
sanatın mentalizasyon yoluyla dertle başa çıkmakta nasıl eşsiz bir araç
olabileceğini anlattığım ikinci yazımdan sonra da ele alabilirsiniz. Bu
yazıda ise kitlelerin dertlerinin sanat yoluyla ifadesinden
bahsedeceğim.
Konu derdini anlamaya gelince sanatın iktidarla ilişkisi başka bir
ilgi çekici başlık. Kitlelerin esas derdi çoğunlukla kendisi olduğundan,
iktidar kitleleri başka bir takım dertleri olduğuna ikna etmek ve bu
ilüzyonu sürdürmek zorundadır. Sanat tanımı itibariyle bireyi ya da
toplumu kendi gerçekliği ile karşılaştırabilme potansiyeli
barındırdığından iktidar için tehlikelidir. İktidar bu tehlikeyi ya
sanatı sansürleyerek ya da evcilleştirerek savuşturmaya çalışır. Sonuç
olarak da yasaklı sanatçılar ya da saray soytarıları ortaya çıkar.
Günümüzde bu dikotominin iyice derinleşiyor oluşu da iktidarın
özgürlüklerle olan ilişkisinin başka bir göstergesi.
Amerika’yı yeniden keşfedelim, Afrika’nın farklı bölgelerinden
koparılan köleler bir süre sonra kendi müziklerini yapmaya başladılar.
Bu müzik bir süre sonra kölelerin kendi gerçeklerini
somutlaştırmalarının en doğrudan yolu olacaktı.*
Örneğin efendilerin yemek artıklarından oluşan ve çiftlik hayvanları
ve kölelerin temel besini olan Juba ile ilgili şöyle bir şarkı
güftelenecekti:
“Juba this and Juba that
Juba killed a yella’ cat
Get over double trouble, Juba…
Juba up, Juba down,
Juba all around the town.
Juba for Ma, Juba for Pa.
Juba for your brother-in-law.”
Yani
“Ona Juba, buna Juba
Sarmanı öldüren Juba
Yut bakalım çifte bela Juba
Aşağı Juba, yukarı Juba
Buralar silme Juba
Anama Juba, Babama Juba
Kaynıngile de Juba”
Başka bir güfte de şu şekilde olacaktı:
“The big bee flies high
The little bee makes the honey…
The black folks make the cotton
And the white folks get the money.”
Yani
“Büyük arı yüksek uçar
Küçük arı balı yapar
Siyah adam pamuk toplar
Beyaz adam para basar”
Sanat tehlikelidir çünkü hakikate işaret eder. Bu nedenle 18.
yüzyılda ABD’de kölelerin önce davul sonrasında ise tüm müzik
enstrumanlarını kullanmalarının yasaklandığı bir dönem olacaktı. Gerekçe
ise gayet anlaşılır: İsyana teşvik.
Hem yasaklamalar hem de imkansızlıklar nedeniyle köleler gündelik
malzemelerden müzik aletleri üreteceklerdi. Leğen bası olarak
çevirebileceğimiz “washtube bass” bu konuda iyi bir örnektir. Metal bir
leğen ters çevirilir ve aletin gövdesini oluşturur. Leğenin ortasına
bağlanan bir ip teli, leğenin kenarından dikilen bir sopa da sapı
oluşturur. Sopanın ileri-geri bükülmesiyle ipin gerimi değişir, böylece
tek telli ve perdesiz bir enstruman ortaya çıkar. Jug ya da testi de bu
dönemde kullanılan favori enstrumanlardan. Enstruman diyorum ama
bildiğiniz testi aslında, ağzına üflenerek çeşitli notalar çıkarılıyor.
Köleler müziğe tutkuyla sarılmış ve imkansızlıklara rağmen kah
testiden kah çamaşır leğeninden müzik yapmaya devam etmişler. En önemli
nedeni müzik yapmaya ihtiyaçları oluşu. Çünkü dertleri çok. Çok uzaklara
gitmeye gerek yok, bu topraklarda da hakikate halk sanatı ile işaret
edilegelmiş.
“Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yok biçende yok
Yiyende ortak Osmanlı”
Coğrafyamızda müziğine böylesine tutkuyla sarılan Alevi geleneği
olmuş. Tarihsel tutumu itibariyle konformist ve otoriteryan olarak
tanımlanabilecek Sünni geleneği müziğe daha mesafeli yaklaşıp çeşitli
kısıtlamalar getirmekteyken Alevi geleneği -belki de kimliğinin bir
parçası haline gelecek olan- derdini taşımanın bir yolu olarak müziğe
sarılmış. Beypazarı Kadısının bağlama çalmaması için; “Saz çalmak
haramdır. Onda şeytan vardır. Çalmasın, kırıp atsın!” şeklinde haber
göndermesi üzerine Aşık Dertli şunları söylemiştir mesela:
“Telli sazdır bunun adı
Ne ayet dinler, ne kadı
Bunu çalan anlar kendi
Şeytan bunun neresinde
Abdest alsan aldı demez
Namaz kılsan kıldı demez
Kadı gibi haram yemez
Şeytan bunun neresinde”
Önceki yazıda sanatın kişiyi kendi gerçeğine ulaştırma işlevinden
bahsetmiştim, şimdi de toplumsal gerçekliği işaret ettiği için iktidar
tarafından ya sansürlenen ya da evcilleştirilmek istenen sanata
değinmeye çalıştım. Kuruluşunun 20. yılını kutlayan çok sevdiğim Mor ve
Ötesi grubu gibi sanatın soytarısı olmayı reddeden ve yüzümüzü
düşürmeyen tüm sanatçılara buradan selam olsun.
* Sullivan, M. (2001). African-American music as rebellion: From
slavesong to hip-hop. Discoveries. NY: John S. Khight Institute for
Writing in the Disciplines, Cornell University, (3), 21-39.
Kaynak: https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2016/11/15/djangonun-gitari-3-toplumun-derdi/