FaceApp ve gazetecilik: Bize artık veri savaşı muhabiri lazım, Berkay Sağol

Yaşlandırma efektiyle sosyal medyada hızla yayılan FaceApp uygulamasının Rus hükûmetiyle bağlantılı bir şirketten çıkması, kişisel verilerin kullanımıyla ilgili tartışmayı yeniden gündeme getirdi. Gazeteci-yazar Ümit Alan, hukuk profesörü Yaman Akdeniz, psikiyatrist doktor İlker Küçükparlak ve veri gazeteciliği uzmanı akademisyen Pınar Dağ ile bu konuyu konuştuk. Küçükparlak bu tür uygulamaların popülerliğini, “İnsan kendini koşulların ne ölçüde şekillendirdiğini anlamak için fantazmaya muhtaçtır” sözleriyle açıklıyor, Kral Midas’tan Külkedisi’ne dek örnekler vererek… Peki bu ihtiyacın suistimal edilerek kişisel verilerin kötüye kullanılması nasıl engellenebilir? Akdeniz, “Bir bakıyorsunuz, Taksim’de bir bilboardda resminiz var ve sizin üzerinizden ticari bir kazanım yapılmış. Vatandaşlar bunu dert etmeyebilir ama Cem Yılmaz için sorun teşkil edebilir” ifadesini kullanıyor. Alan’a göre “medya veri savaşlarını gerçek savaşlar kadar ciddiye almalı ve nasıl bir savaşı savaş muhabiriyle izliyorlarsa, veri savaşını da o netlikte izleyip aktarmalı ve tekrarlamalı.” Dağ ise “Medyanın iyi yetişen veri muhabirlerine ihtiyacı var” diyor.

FaceApp uygulamasıyla ilgili akıllarda hâlâ pek çok soru var: Kişisel bilgilerimizi satıyor mu? Yoksa yabancı bir devletin istihbarat servisine mi aktarıyor? Verilerimizi bu tür uygulamalarla paylaşmak güvenli mi? Hukuki bir güvencemiz var mı? İnsanlar farklı görünümdeki hâllerini neden bu kadar merak ediyor?

İlk olarak, kişisel verilerle ilgili çalışmalar da yapan gazeteci-yazar Ümit Alan ile konuştuk. Kullanıcı sözleşmesini okumadığımız her uygulamanın potansiyel bir tehlike barındırdığını vurgulayan Alan, şunları söylüyor:

“Dünyanın en güvenilir insanları tarafından da yönetilse de verilerimizi üç beş dakikalık eğlence için öylece teslim etme rahatlığımız üzerine düşünmek gerek. Yuval Noah Harari’nin bu konudaki benzetmesini çok doğru buluyorum. Diyor ki, ‘Verilerimiz konusundaki cömertliğimiz, yerlilerin incik boncuk karşılığında en değerli arazilerini beyaz adama vermesine benziyor.’ Uzun vadeli tüketim alışkanlıkları, konum bilgileri, arkadaş listeniz, aramalarınız. Hepsi ileride sizin maniple edilmenizi kolaylaştıracak birer enstrüman olabilir.”

“Burada sanıyorum, herhangi bir şeyin ‘bedava’ olması insanları cezbediyor. Nedir, ‘fotoğrafını yüklüyorsun, senden ek bir ücret istemeden yaşlandırıyor.’ Çünkü insanlar verilerinin bir değeri olduğu bilincine sahip değil. Bunun bir alışveriş olduğu bu yüzden anlaşılmıyor. Örneğin siz 10 dakikalık bir eğlence alıyorsunuz, ama karşılığında ne veriyorsunuz? Verdiğiniz şeyi bilmediğiniz her sözleşmenin riski var. Bu noktada motivasyon, ‘herkes indirdiğine ve bir şey olmadığına göre bana da bir şey olmaz.’”

‘Veriler sizi maniple edecek insanların eline geçebilir’

“En iyi örnek Amerika seçim sonuçlarında etkili olduğu düşünülen Cambridge Analytica skandalı aslında. Orada Facebook’u ilk savunma cümlesi ‘Ortada bir veri hırsızlığı yok ama kurallarımız ihlâl edildi, gereğini yapıyoruz.’ Onun kuralları ihlal edilirken sizin ülkenizin kaderi değişmiş, sizin hayatınız değişmiş, kimin umurunda ki? İşte FaceApp’in ‘Uygulama ile paylaştığınız hiçbir bilginin güvenliği garanti edilmez’ cümlesi de bunun gibi. ‘Biz bir şey yapmayız, ama kötü niyetli insanların eline geçerse geçmiş olsun.'”


“Cambridge Analytica, Facebook’taki like’lar, etkileşimler, demografik bilgi ve özellikle ‘kişilik testleri’ üzerinden toplanan verileri derlemiş ve bunlardan faydalanarak belli kişilik profilleri çıkarmıştı. Diyelim ki sizin uygulamayla paylaştığınız ‘beğeni’ verileri sizin en hassas noktanızı nokta atışı tespit etti. Bu verilerin yarın bir gün sizi ‘maniple edecek’ insanların eline geçip geçmeyeceğini bilemeyiz, garanti edemeyiz demek istiyorlar özetle. Ve yaşananlar düşünülünce, yeterince açıklayıcı…”

‘En büyük rol medyaya düşüyor’

Medyanın bu konuda bilgilendirici yayınlar yapması gerektiğini söyleyen Alan sözlerini şöyle sonlandırdı:

“Yok verilerimiz Rusların eline geçti, yok Amerikalıların eline geçti, yok yarın bir gün ‘yüz tanıma şifremizi hackleyecekler’ gibi bir takım komplo teorilerinin uzun vadede faydası yok. Sonuçta kimse interneti ya da sosyal medyayı bir günde terk etmeyecek. Ancak şu var ki, bu teknolojiler insanlık tarihine bakınca çok çok yeni. Facebook’un yaygınlaşması 2007, Twitter 2009, diğerleri daha yeni. En babayiğidinin 12 yıllık mazisi olan bir araç için insanlar daha çok donanımsız. Veri nedir, veri mahremiyeti nedir, veri politikası nedir kimse bilmiyor. Çok çok küçük bir azınlık farkında. Otomobilin icadıyla emniyet kemerinin zorunlu hâle gelmesi arasında neredeyse 100 yıl var. İletişim çağında bizim sosyal medyayı güvenli kullanmayı öğrenmemiz bu kadar uzun sürmemeli diye düşünüyorum. Bunun için de en büyük rol medyaya düşüyor. Medya veri savaşlarını gerçek savaşlar kadar ciddiye almalı ve nasıl bir savaşı savaş muhabiriyle izliyorlarsa, veri savaşını da o netlikte izleyip aktarmalı ve tekrarlamalı. En donanımsız kullanıcının bile veri meselesini bilmemenin kendisine neler kaybettirdiğini anlayacağı noktaya dek sürmeli bu tekrar.”

‘Kendi yüzünü modifiye hâlde görebilmek ilgi çekiyor’

Bu uygulamanın bu kadar popülerleşmesinin bir sebebi de insanların yaşlanınca nasıl görüneceklerini merak etmeleri. Bu merakın altında neyin yattığını sorduğumuzda psikiyatrist Dr. İlker Küçükparlak şu yanıtı verdi:

“Yaşlandırma ya da ‘augmented reality’ temelli diğer uygulamalarla yüzün modifiye edilmiş hâlde görülmesi oldukça ilgi çekiyor. Hatırlarsanız Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir grup toplantısı konuşmasında eklenti açık kalınca kendisi büyücü kılığına sokulmuştu. Sonradan bu kaza CHP tarafından bir seçim kampanyası filmi için tema oluşturmuştu. Yine kişinin yüzünü kedi-köpek gibi hayvan yüzleriyle melezleştiren başka uygulamalar da oldukça popüler. Bunlardan başka kişinin yüzünün cinsiyetinin değiştiren uygulama da epey rağbet gördü. Yaşlandırma uygulaması bu silsilenin şimdilik son halkası gibi.”


“Bu tür uygulamaların neden ilgi çektiği konusu çok karmaşık olmayabilir. İnsanlar içine doğdukları koşulların hayatlarını belirli ölçüde belirlediğinin farkındalar. Dolayısıyla insanlar hayatları üzerine düşündüklerinde koşulların kendilerini nasıl şekillendirdiklerini merak eder ve ayrımsamaya çalışırlar. ‘Acaba Afrika’da doğsam nasıl bir hayatım olurdu? Yine bu mesleği seçer miydim? Kaç çocuğum olurdu? Kadın olsaydım nasıl yaşardım?’ gibi.”

‘Kişinin yaşlanınca nasıl görüneceği fantazmaya hitap ediyor’

“İnsan kendini koşulların ne ölçüde şekillendirdiğini anlamak için fantazmaya muhtaçtır. Masallar yıllar boyu bu fantazma için malzeme sunmuşlardır. Külkedisi’nin prensese dönüşmesi, gökkuşağının altından geçenlerin cinsiyetinin değişmesi bunlara örnekler. Mesela Midas’ın kulakları bu uygulamaların imgesel değilse de fikir boyutunda öncülüdür diyebiliriz. Dolayısıyla ‘yoksul olmasaydım ne olurdu, bedenimde beğenmediğim o yer farklı olsaydı nasıl biri olurdum’ sorularının fantazma içinden yanıtlanmasına hizmet ettiğini söyleyebiliriz. Kişinin yaşlanınca nasıl görüneceği de bu fantazmaya hitap ediyor gibi.”

“Yine de konuyu daha iyi açıklayan başka bir başlık daha olabilir. Yukarıdaki soruların bir diğer örneği ise ‘3000 yıl önce doğmuş olsam nasıl bir hayatım olurdu?’ Bu konuya spiritüel temalı öykücülük/falcılık müessesesi arz yaratıyor: ‘Önceki yaşamında Kleopatra’ydın.’ İstatistiksel olarak önceki yaşamında köle olanların sayıca daha fazla olması gerekirken şimdiye kadar köle olanını ben duymadım. Burada insanların tatmin olacakları bir yanıtın alıcısının daha çok olması belirleyici oluyor. Bu uygulamalarda da cinsiyet değiştirdiğinde insanların kendilerini karşı cins olarak gayet çekici bulduklarını görüyorum. Muhtemelen uygulama buna göre tasarlanmış. Yaşlandıklarında da, yarı köpek olduklarında da iyi görünmelerini sağlayan uygulamalar doğal olarak daha çok alıcı buluyor. Özellikle gençlerin birbirlerini taklit etme eğilimi kuvvetlidir. Bu nedenle hele de internet çağında bir şeyin hızlıca moda hâline gelebilmesi mümkün. Bu şey deterjan içmek gibi saçma bir davranış bile olsa…”


Eğlenceyi kişisel veriden daha çok önemsiyorlar

“İnsanlar verilerini önemsiyor olmasına rağmen eğlenmeyi daha çok önemsiyor olabilirler. İkinci olarak insanlar verilerini neden önemsemesi gerektiğini bilmiyor olabilir. Özellikle de bir uygulama moda olacak kadar yaygınlaştıysa bu genel olarak önem verilmeyen bir konu demektir, bu ‘zaten herkes yapıyor’ hâli konuya ilişkin daha da tedbirsizleşmeye neden olabilir. Üçüncüsü, önemseseler de bu duruma karşı ellerinden bir şey gelmeyeceğini düşünüyor olabilirler. Neticede şu anda pek çok kişi ekran kilidini kendi yüzünü tanıyınca açan telefon kullanıyor, ondan önce de parmak izlerini tanıyan telefon kullanıyorlardı. Pek çok şirket çağrı merkezlerinde müşterilerinin ses tonunu tanıyan uygulamalar kullanmaktalar. Dolayısıyla küçük bir grup için bir tür çaresizlik hâli ile önlem almama durumundan bahsedebiliriz.”

Kısa içerikler, somut örnekler ve öyküleştirme

“İnsanların kişisel verilerini önemsemesi için medyanın basit ve kısa içerikler hazırlaması gerekir. Bu konuda risklere ilişkin somut veriler yayımlanmalı. Mesela şifre güvenliği konusundan örnek verecek olursak, ‘Basit bir şifre ile verileriniz tehlikede’ yerine ‘Karmaşık bir şifre büyük-küçük harf, rakam ve sembol kombinasyonundan oluşur. Banka şifrenizin basit olması hâlinde kırılma olasılığı karmaşık şifreye göre X kat artar’ gibi… Üçüncüsü ve bana göre en önemlisi öyküleştirme. Bu açıdan gündüz kuşağı TV programlarının hakkının teslim edilmediğini düşünüyorum. Kavramsal bir bilinçlendirme yerine sürekli öykü var bu kuşakta ve çok alıcı buluyor. Bir adamı şöyle dolandırmışlar, berikinin çocuğu şöyle kaybolmuş gibi. ‘Dolayısıyla veri güvenliğine dikkat etmedi ve bakın başına neler geldi’ şeklindeki içerik geri kalan her şeyden daha çok işe yarayacaktır diye düşünüyorum.”

‘Avrupa ülkelerinin 35 yıl gerisindeyiz’

FaceApp uygulamasının veri paylaşımı dışında kullanıcılar açısından birçok hukuki açığı var. Uygulamanın ne kadar güvenilir olduğunu ve insanların kişisel verilerini hukuki yönden nasıl koruyabileceğini Prof. Dr. Yaman Akdeniz ile konuştuk. Toplum olarak bu konularda çok fazla bilgili olmadığımıza vurgu yapan Akdeniz de şunları dile getirdi:

“Türkiye’de ne beri güvenliği ne de kişisel verilerin korunması konusunda hassasiyet var. Bilindiği üzere Kişisel Verilerin Korunması (KVK) Kanunu 2016 yılında yürürlüğe girdi. Avrupa ülkelerinin 35 yıl gerisindeyiz bu konuda. Kanunla da kültür oluşmuyor. Dolayısıyla, bu konularda toplum olarak ne fazla bilgiliyiz ne de ilgiliyiz. Faceapp’la ilgili sorunlar sadece verileri silip silmemesi veya üçüncü şahıslarla paylaşması veya paylaşmaması ile sınırlı değil. Kullanıcıların oluşturduğu tüm resimleri de tüm ticari hakları işle birlikte sahipleniyor. Bir bakıyorsunuz, Taksim’de bir bilboardda resminiz var ve sizin üzerinizden ticari bir kazanım yapılmış. Vatandaşlar bunu dert etmeyebilir ama Cem Yılmaz için sorun teşkil edebilir. Aslında söylemek istediğim bilinçli olarak kullanılıyorsa ve kullanıcılar farkında ise o zaman diyecek bir şey yok. Bu tüm servisler için geçerli.”

‘Verilerimize mümkün olduğunca sahip çıkmamız lazım’

“Her zaman hukuki yollara başvuramayabilirsiniz. Örneğin FaceApp için KVK Kurulu’na başvursanız, hem ne yapacaklarını bilemezler, hem de bir yaptırım güçleri yok. Ama Facebook’un resmi olarak bulunduğu yerlerde ve özellikle Avrupa Birliği içinde hakkında açılmış çok sayıda dava var. Tüm bunlara rağmen Facebook’un veri koruma ve mahremiyet politika ve uygulamaları sorunlu. Dolandırılma ihtimali her zaman var fakat bu sadece FaceApp uygulamasına has bir tehlike değil. Kişisel verilerimize mümkün olduğunca sahip çıkmamız lazım. Mutlak mahremiyet mümkün değil. Fakat kime, hangi şirkete, ne şekilde izin verdiğimize çok dikkat etmemiz gerekir. Bu konularda daha bilinçli olmamız gerekir.”

‘Medyanın veri muhabirine ihtiyacı var’

Bu konuda medyanın oynadığı rolü ve veri gazeteciliğini, akademisyen ve veri eğitmeni Pınar Dağ’a sorduk. Dağ, Türkiye’de medyada bir veri muhabirinin ve veri haber merkezinin olmadığına dikkat çekerek şunları dile getirdi:

“Her türlü veri günümüz dünyası için önemli bir değer, hayatlarımızı hem iyi hem kötü yönde etkilediği/kontrol ettiği bir gerçek. Ancak veri eşitsizliği üzerinden yani veriye erişimin yahut erişemiyor olmanın yarattığı sonuçlar üzerinden argüman geliştirilmesinin medya kurumları/medya çalışanları için daha etkili bir yol olacağını düşünmekteyim. İyi yetişen veri muhabirlerine ihtiyacı var medyanın.”


“Yeni medyanın son dönemlerde ‘yeni eşitsizlikler’ üzerine tema belirlemesi de bu bağlamda oldukça isabetlidir. Medya, verinin yolculuğunu sorunuz çerçevesinde bir hak savunucusu gibi okumalı ve veri savunuculuğu üzerinden kendini konumlandırmalıdır. Hoş, bunu da iyi yetişen veri muhabirleri yapacaktır. Örneğin KVK hakkında bilgisi olmayan medyanın önce bu yönünü güçlendirmesi gerekir, değil mi? Başka bir örnek verelim: Veri gazeteciliğinin yani bu terminolojinin çıkışını sağlayan sızıntıları/verileri kullanmayı önce bilmemiz gerekiyor.”

‘Öncelikle veri muhabirleri yetiştirmeliyiz’

“Türkiye’de medyada örneğin kendi GitHub hesabı olan, yaptığı veri güdümlü çalışmaları, veri setlerini, kodlarını oraya ekleyen bir veri muhabiri yok ya da haber merkezi yok. Sadece bunun eğitimi bile verilebilir bu alanda gazeteciyi geliştirmek için. Bir mücadeleye başlayacak ise medya önce buradan başlamalıdır yani kendini yetiştirerek. Veri ile çalışmayı bilmediğiniz sürece önemli bir güç/kaynak olan veri kullanımı ile mücadele etmeniz medya kurumları için zayıf olacaktır. Öncelikle veri muhabirleri yetiştirmeliyiz ardından bu veri, veri muhabirleri, veri savunuculuğu nedir, günümüz dünyası için nasıl bir karşılık bulmaktadır medya bunun neresindedir bunu bilmelidir. Evet, medya verilerin yolculuğunu takip etmelidir ama önce nasıl takip edeceğini öğretebilen bir altyapıyı kurmamız gerekiyor.

Kaynak: Journo

Arşiv