Algoritma egemenliğinde yaşam, Gabriel Winant

Acımasız bir hızlanma işçi sınıfını nasıl yeniden şekillendiriyor.

Henry Noll, Amerikan tarihindeki en ünlü işçilerden biriydi, gerçi bu ne kendi isteğiyle ne de gerçek ismiyle olmuştu. Bethlehem Çelik’te günde 1,15 dolara çalışan ve iş arkadaşları arasında fiziksel kuvveti ve tutumluluğuyla bilinen Noll (bir parça süslenmiş hikâyeye göre) 1899 yılında Frederick Winslow Taylor isimli tutkulu genç yönetim danışmanı tarafından bir deney için seçildi. İşteyken bir gün, Taylor (daha sonra “Schmidt” rumuzuyla ün kazandıracağı) Noll’a yaklaştı ve sordu: “Pahalı bir adam mısın?” Taylor’ın Bilimsel Yönetimin İlkeleri kitabında açıkladığına göre “Schmidt” yukarıdaki soruya şöyle temkinli bir yanıt verdi: “Valla, ne dimek istedüğünü bilemedüm.”

“Ah, evet, biliyorsun” diye ısrar etti Taylor. “Tek bilmek istediğim pahalı bir adam olup olmadığın.”

“Valla, ne dimek istedüğünü heç annamadum” diye tekrar etti Schmidt.

“Peki, şöyle yapalım, sen sadece sorularımı yanıtla” diye sırıttı Taylor. “Tek öğrenmek istediğim pahalı bir adam mısın yoksa şuradaki ucuz heriflerden biri misin? Günde 1,85 dolar kazanmak ister misin yoksa bütün bu ucuz heriflerin kazandığı 1,15 dolar ile memnun musun öğrenmek istiyorum.”

Schmidt bunun üzerine, besbelli bir şekilde, 70 ilave sente evet diyerek yanıt verdi (“Ben bahalı bir adamum”). Ve sonra Taylor onu işe sürdü: “Şu pik demir yığınını görüyor musun?” Taylor, pahalı adamın “sabahtan geceye kadar” tam da kendisine söylendiği şekilde çalıştığını açıklıyor. Taylor’ın, hoş olmayan bir şekilde “zeki bir goril” ile karşılaştırdığı Schmidt, zamanlandı ve her hareketinde (ve bugün kullanacağımız tabirle) optimize edildi. “Çalışması söylendiğinde çalıştı, dinlenmesi söylendiğinde dinlendi.” Bu şekilde, Taylor övünerek anlatıyor, Schmidt’in çıktısı olan her gün taşınan pik demir miktarı 12 tondan 47 tona arttı.

Bu, dünya çapındaki işyerlerinde çeşitli biçimleri hızlı bir şekilde yayılan “bilimsel yönetimin” ilk ortaya çıkışıydı. Schmidt ve Taylor arasındaki pazarlık, 20. yüzyıl Amerikan kapitalizmini belirleyen anlaşma haline gelecek olanın açık bir formülasyonunu temsil ediyordu: Çıktıyı arttır, daha fazla ücret al. Ücretler üretkenlikle artar.

Ta ki, anlaşılan o ki, artmayana kadar. Bu anlaşmanın son birkaç on yılda çözülmesi, işçilerin maaş makbuzlarında bir yansıma beklemeden daha fazla üretmeye devam etmeleri, artık birçok tartışma ve görüşmenin konusuhaline geldi. Sendikaların zayıflaması, eşitsizliğin artması, liberal demokrasinin krizi ve Amerikan kültürünün değişen yüzü, hep birlikte, o veya bu şekilde, bu dönüşümle ilişkilidir. Çalışıyoruz ve zar zor geçiniyoruz, halbuki zenginlik gözle görülemeyecek kadar tiksindirici miktarlarda toplanıyor. Daha fazla pik demiri biriktir, ama pahalı olduğunu sanma. Emily Guendelsberger ve Steve Fraser yeni kitaplarında bu muazzam aşağılamanın zihinlerimize ne yaptığını soruyorlar. Guendelsberger, hiç garip değil, bütün ülkenin kolektif olarak “kafayı toptan sıyırması” olarak görüyor.

Guendelsberger yeni kitabı Mesaide: Düşük Ücretli İş Bana Ne Yaptı ve Amerikayı Nasıl Delirtiyorda, Barbara Ehrenreich’ın meşhur Üç Kuruşlukdeneyinin bir biçimini yeniden yaratıyor. Satılıp kapanana kadar alternatif haftalık Philadelphia City Paper için muhabirlik yapan Guendelsberger, 2015 yılında kılık değiştirerek düşük ücret veren üç farklı işyerinde çalıştı: Indiana’da bir Amazon deposu, Kuzey Karolina’da bir çağrı merkezi ve San Fransisco’da bir McDonald’s. Ehrenreich’ın ana keşfi (1990’larda ve 2000’lerin başında tartışmalı bir nokta olan) işçi sınıfının hâlâ mevcut olduğu ve sömürüldüğü şeklinde iken Guendelsberger eşitsizliği ve sömürüyü mevcut olarak kabul ediyor ve bu işlerde çalışan milyonlarca kişiye çalıştıkları işlerin ne yaptığını soruyor.

“Aşırı yoğun”[1] ifadesi sizin için ne anlama geliyor? Profesyonel-idari katmanda, “aşırı yoğun” (Vox herkese açık politika podcasti The Weedste olduğu gibi) çetrefilli ayrıntıyı belirtir. Guendelsberger, işçi sınıfı için bu ifadenin profesyonel söylemde “gömülmek” ile, boğulmak ve aşırı strese girmek ile aynı anlama geldiğine işaret ediyor. Ve Amerika işçi sınıfının her zaman “aşırı yoğun” olduğunu ve artan bir şekilde otomatikleştirilmiş neo-Taylorculuğa maruz kaldığını öne sürüyor. İşçiler bir algoritma aracılığıyla zamanlanıyor, görevleri otomatik olarak ölçülüyor ve performansları dijital olarak denetleniyor. Çalıştığı bu işlerde öğrendiği şeyler şunlar: “Aşırı yoğun işyerleri insanlar için son derece toksik yerler. Aşırı yoğun bizi delirtiyor. Aşırı yoğun bizi hasta ediyor. Aşırı yoğun aile yaşamını mahvediyor. Aşırı yoğun insanları bağımlılığa itiyor. Aşırı yoğun gerçekten sizi öldürecek.”

Guendelsberger deneyinde işverenlerin “insanlar gibi düşünen, konuşan ve eşyaları toplayan ancak iş dışında robotlar gibi mümkün olduğunca az ihtiyaca sahip olan bir işgücü talep ediyor. İşçilerinin pis insan kırıntılarını (aile, açlık, susuzluk, duygular, kiralama, hastalık, yorgunluk, sıkıntı, depresyon, trafik ihtiyaçlarını) budamalarında ısrar ediyorlar” sonucuna ulaştı. Bunun sonuçları “sayborg işler” ve Guendelsberger’in tahminine göre bunlar Amerikan iş gücünün neredeyse yarısına tekabül ediyor. Herhangi bir işi katlanılabilir kılan gizli kurtarılmış özgürlük anları her yerde patronlar tarafından keşfediliyor ve yok ediliyor: Makineyi yavaşlatmak için kullandığın numara artık işe yaramıyor veya patronun seni izleyemediğini bildiğin o 23 dakikalık kaçamak yok oluyor. Bunların içinde kalmış olan son insanlık zerreleri de onlarla birlikte ölüyor.

Amazon “ikmal merkezi”ndeki ilk işinde Guendelsberger, Taylor’ın “tasavvurunun cisimlendiği” bir düzenle karşılaşıyor. (Bir iş arkadaşı, Taylor’ın hayaletini hissederek, Amazon’u “bir şirketin insanları ne kadar zorlayabileceğine ilişkin sosyolojik bir deney” olarak kuramlaştırıyor.) Bir “toplayıcı” olarak Guendelsberger belinde bir tarayıcı tabancası taşımak zorunda bırakılıyor, bu tarayıcı konumunu izliyor, ona raflardan gidip yüz binlerce eşya arasından alması gereken eşyayı, o eşyanın konumunu ve o eşyayı almak için ne kadar süresi olduğunu tam bir kesinlikle söylüyor. Saniyeler geçtikçe kayan bir çubuk geriye doğru sayıyor, onu sürekli uyarıyor. Engin tesiste rafı tespit edip, kutuyu inceleyip, eşyanın etiketini okutur okutmaz hemen bir sonraki alması gereken görüntüleniyor.

Her ne kadar (sıklıkla ekonomik olarak bunalımlı şehirlerin yıkıntılarındaki) Amazon depoları genellikle çevredeki diğer yerlere göre daha iyi ücret verseler de, sizi mahveden zaman disiplini. İş aşırı derecede tekdüze. (Guendelsberger bununla baş edebilmek için şirket politikasını ihlal ederek şapkasının içine kulaklık dikiyor.) Mola zamanı geldiğinde deponun çıkışına gelmesi o kadar uzun sürüyor ki, vardığında hemen geri dönmesi ve çalışmaya devam etmesi gerekiyor. Stresin yanında fiziksel ağrılar var. Gözlemlediğine göre şirketin izin politikası abartısız bir şekilde Bir Noel Şarkısı’ndaki[2]Scrooge’unkinden daha kötü. Amazon işçilere ücretsiz ağrı kesiciler dağıtıyor ve Guendelsberger kaç tane içtiğinin sayısını hemencecik unutuyor. Yazdığına göre bir keresinde aşağıdaki bir raftan bir eşya almak için eğildiğinde bedeni “isyan ediyor”. “Ayağa kalk, bugün yüzüncü kez ayaklarıma emir veriyorum, fakat sanki bütün istismardan bıktılar ve beynimle bağlantıyı kopardılar. Ayağa kalk seni aptal, yavaşça tekrar bir oturma pozisyonuna ulaşmak için yuvarlanana kadar beynim bağırıyor.” Başka bir işçi “Ayaklarım, kıyma gibi. Daha önce sırt çantasıyla günde 20 mil çorap değiştirmeden yürüyordum ve hiç bir zaman şimdi oldukları kadar berbat görünmüyorlardı” diye şikayet ediyor.

Diğer işler de aşağı yukarı bu yöne doğru gidiyor. Guendelsberger, Convergys çağrı merkezinde sinirli müşteriyle kibirli, talancı şirket arasında canlı kalkan olduğunu öğreniyor. (Ve meğerse dikkatli olmazsanız çalışma yerinizde MRSA’ya[3]yakalanabiliyorsunuz.) Bu işte personelin (her ne kadar müşteriler kablosuz faturasındaki bir sorunu çözmek için arıyor olsa da) etkileşim yoluyla satışları arttırması gerekiyor. Telefondaki sinir olmuş insanlar sinirini, işlevsiz uyumsuz bilgisayar sistemlerini kullanmak, anlayışlı olmak ve daha pahalı olanı satmak gibi birçok görevi aynı anda yerine getirmesi gereken işçilerden çıkarıyorlardı. Guendelsberger kendisini çok kişilikli olarak düşlemeye başlar: Yardımcı Emily, Satıcı Emily, Protokol Emily, Katip Emily, Sohbet eden Emily, Kısa süreli hafızalı Emily, Farkındalık Sahibi Emily, Gazeteci Emily ve (diğer hepsini izlemesi gereken) Patron Emily. “İşi berbat.” En kötü görüşmesini, aldığı bazı hizmetlerdeki sorunları çözmek için kendi öğle yemeği arasını tek fırsat olarak kullanan, başka bir çağrı merkezi işçisiyle yapıyor.

Çağrı merkezi işçileri izleniyor, disipline ediliyorlar ve çağrılar arası sistemi kapatmaya çalıştıklarında zaman hırsızlığıyla azarlanıyorlar. Guendelsberger, övgüye değecek şekilde geniş çapta okunan derleme kitabının Amazon bölümünde Taylor’ı tanıtırken, burada Jeremy Bentham’ın Panoptikon’u üzerine, bir miktar evrimsel psikolojiyle hafifçe karıştırılmış kısa bir ders veriyor. Denetmeninizin herhangi bir an sizi izleyebileceğini veya herhangi bir müşterinin sizin denetleyemediğiniz nedenlerden dolayı sizi azarlayabileceğini bilseydiniz nasıl davranırdınız? Tetikte olurdunuz, her gün, tüm günler. Fakat bedeniniz ve beyniniz buna uygun değil. Stres karşılığının kısa süreli olması gerekiyor, savaş veya kaç. Bunu her gün yapmak sürekli bir asit banyosunda ıslanmaktır. (Guendelsberger bunu Wanda isminde arka bahçeyi mesken tutmuş, hızlı bir şekilde evrimleşen insansı hakkındaki bir öyküyle aktarıyor, esrarlı bir şekilde çalışıyor.)

Son işyeri, bir McDonald’s, en az etkiyi bırakıyor, belki de en tanıdık olduğu içindir. Hazır yemek sunmanın, yoksulluk düzeyindeki ücretlerini bir yana bıraksak bile, neden berbat bir iş olduğunu kavramak hiç de zor değildir. “Her zaman bir sıra var” diye yazıyor Guendelsberger. “Her zamanaşırı yoğunuz.” Çağrı merkezinde olduğu gibi müşteriyle doğrudan etkileşim kurması ve onların isteklerini aşağı yukarı önceden programlanmış, ve kendisinin yürütmesi gereken, üretim temposuna uydurmaya çalışması gerekiyor. Bir defasında kahveye bakarken (kahvenin bitmesine hiç izin vermemelisiniz), sapın kırılması ve demliğin üzerine düşmesiyle bir kesik sahibi oluyor. Kolaylıkla çıkarılabilir bir pantolon giymemiş olsaydı, kötü bir şekilde yanabilirdi, çünkü McDonald’s kahveyi daha uzun süre dayanması için neredeyse kaynama derecesinde tutuyor. “Sık sık, tezgâhın iki tarafında da insan sefaletini azamileştirecek şekilde kesin düzeylerde yetersiz sayıda personel olduğu hissediliyordu.”

Her ne kadar McDonald’s’taki iş de tıpkı Convergys’te olduğu gibi insanları idare etmek olsa da, başa çıkılmaz müşterilerin tam orada, bizzat bulunmaları farkına sahip. Tam da orada onun canını sıkabilirler. Sabırsız, patronluk taslayan biri (“Acele et acele et acele et”) ondan, normalde vermemesi gereken, fazladan ballı hardal talebinde bulunur (“Ballı hardal! Bana ballı hardal ver!”), Guendelsberger çatışmadan kaçınmak için kuralı ��iğner. Ancak, sinirden dengesizleştiği için, bir paket sos elinden kayıp tezgahın üzerine düşer. “Kısa bir topçu kadar hızlı bir şekilde [müşteri] onu kaptı ve göğsüme, sertçe, savurdu. Paket patladı; ballı hardal bütün üzerime ve çevreye sıçradı.” Müşteri, bir arkadaşının da desteğini alarak, Guendelsberger’i ilk başta hardalı kendisine fırlatmakla suçladı. Elbette, kurbanı suçlayalım. 2010’lardayız.

Guendelsberger’in görüşüne göre, Amerika’nın işçi sınıfı stres ve korkuyla titriyor, parçalanmış ayağının ağrısıyla, her tarafı ballı hardala bulanmış durumda. İşçi sınıfının uğradığı ekonomik sefalet yeterince kötü, ancak Guendelsberger burada çok daha derin ve muhtemelen çok da kötü bir şeyi tanımlıyor: “Kronik stres insanların yeni şeylere empatisini, sabrını ve hoşgörüsünü kurutuyor.” Eğitimli iş hayvanları olarak gaddarlaştık, sindirildik ve kandırıldık, üstelik uygun bir ücret artışı bile verilmedi. Toplumumuzun dağılmasına şaşmamalı.

Steve Fraser Mongrel Firebugs and Men of Property: Capitalism and Class Conflict in American History[4] adlı yeni deneme derlemesinde bu durumu “Molek”[5] olarak adlandırıyor. Milton ve Ginsberg’i alıntılayarak “Kapitalizmin Molek’i, Kenanlı atası kadar öldürücü ve acımasız. Ancak sunakları her yerde, neredeyse görünmez ama gündelik yaşamın temelinin bir parçası: bir esnada Wall Street’te ona dualar okunurken, bir başka esnada herkesin duygusal yaşamının en gizli arzularını ve kaygılarını şekillendiriyor” diye yazıyor. Bu dualar, arzular ve kaygılar (tarihleri, şeytani dinamikleri), Amerikan tarihinin neredeyse tamamen üzerinden geçen kitaptaki on bir denemede ele alınıyor. Azimli muhabir Guendelsberger sorunla oldukça yakından ilgilenirken, saygın emek tarihçisi Fraser biraz uzaktan izleyip bütün her şeyin boyutunu ölçmeye çalışıyor. Eski moda Amerikan Çalışmaları bilimini yansıtarak, köken efsaneleriyle ve ulusal ruh gibi bir şeyle ilgileniyor.

Melez Ateşböcekleri’ndeki denemeler Fraser’ın yakın zamandaki The Limousine Liberal[6] ve özellikle The Age of Acquiescence[7] (meslek hayatının sonlarındaki başyapıt) kitaplarına dayanıyor. Her ne kadar yeni kitabın içeriği son on yılda dergi okurları için yazılmış ve Fraser gevşek bir öykü anlatımıyla yaklaşmış olsa da, Fraser’ın ABD tarihine ilişkin ansiklopedik bilgisini sergiliyorlar. (Fraser’ın erken meslek hayatı, terzi işçileri önderi Sidney Hillman’ın ustaca hazırlanmış biyografisini (Labour Will Rule)[8] ve 1989 tarihli derlediği The Rise and Fall of the New Deal Order[9] (bu kitap tarihçilerin gündemini belirlemeye devam ediyor) içeren erken yirminci yüzyıl emek hareketi üzerine çığır açıcı özgün alimlikle niteleniyordu.)

Son çalışmalarında, özellikle burada sözü edilen denemelerinde Fraser Amerika kapitalizmi tarihi boyunca ayırt edici bir kavisin izini sürüyor. On dokuzuncu yüzyıl, yoluna çıkan her şeyi tüketen sermayenin açgözlü büyüme çağıydı. “Kölelik, önemsizlik ve geçinmenin alternatif biçimleriyle sarmalanmış oldukları için bir zamanlar izin verilmeyen hem insani hem doğal kaynakları ve arazileri ele geçirerek, acımasızca ilerledi” diye yazıyor. Bu toplumsal kıyametin karşısında insanlar şiddetle direndiler, on dokuzuncu yüzyılın sonlarını ve yirminci yüzyılın başlarını, Fraser’ın “İkinci İç Savaş” olarak adlandırdığı, uzun süren ve sıklıkla şiddetli toplumsal çatışma dönemine dönüştürdüler. Fraser “yerinden edilmiş kalabalık Amerikan proletaryasının kurucu üyesi oldu. Yeni varlıkları hem bir vaat hem de bir sitemdi” diye yazıyor.

Bu, herhangi bir özel işveren-işçi ilişkisinin sınırlarından kaçan ve bunun yerine, sekiz saatlik iş günü için ulusal mücadeledeki gibi, bütün yeni bir dünyanın yürek çığlığı haline gelen olayların, kitlesel grevlerin ve genel grevlerin çağıydı.

Henry “Schmidt” Noll’un bu eylemlerin bazılarını görmüş olması da muhtemeldir: Bethlehem Çelik 1910, 1918 ve 1919’da şiddetli grevler gördü.

Bu gibi mücadelelerle geçen on yıllar Yeni Düzen ile son buldu. Bethlehem Çelik’teki işçiler, örneğin, 1937 ve 1941’de (o yıllarda ülkedeki diğer milyonlarla birlikte) tekrar greve çıktılar. Sonunda kabul gördüler ve hızlıca Amerikan ana akımına eklemlendiler. Bu yeni düzeni ilk başta istikrara kavuşturan muhafazakar tavizler (yeniden kurumsallaşmış ırkçı ve cinsiyet ayrımcı hiyerarşiler, emeğin radikalliğinin zorla ortadan kaldırılması, eksik refah devletinin özel yönetimi) ayrıca onu çelişkilerle delik deşik etti, en sonunda 1970’lerde neoliberalizme çürümesini üretti.

Fraser bu noktada yeni muhteşem konusuna ulaşıyor: zamanımızın psişik ekonomisi. Fraser, ilk “Yaldızlı Çağ” içerisinde eşitsizliğe karşı devasa bir direniş varken, bizim çağın şaşkın, morali bozuk bir boyun eğme kültürüne sahip olduğunu öne sürüyor. Büyük Buhran’dan sonra olumlu olarak damgalanan ekonomik risk almaktan şimdi kahramanca ifadelerle söz ediliyor: Ganimet risk alana gidiyor. (“Risk almak” ifadesini Google’da arayın ve gördükleriniz karşısında irkilmemeye çalışın.) Fiili borç esareti ve cezai emek geri de döndü, gerçi hiçbiri önceki tarihsel deneyimlerden hareketle insanın bekleyeceği bir öfkeyle karşılaşmadılar. (Tennessee’deki kömür madencileri 1890’larda mahkum emekçileri özgürleştirmek için silaha sarılmıştı, uygulamayı kendileri için kötüye işaret olarak kavramışlardı.) On dokuzuncu yüzyılın sonlarında garip ve kabul edilemez toplumsal bir olgu olarak anlaşılan ve kolektif eylemin muhteşem olaylarıyla direnilen işsizlik şimdi doğal (ve mevsimler gibi döngüsel) olarak kabul ediliyor.

Acı bir şekilde, direnişin en etkili ögesi, onun yerine “limuzin liberaline” karşı küçük burjuvanın sağ kanat popülist zorbalığı haline geldi. Kitabın sonraki beyanlarında Fraser bu Amerikan demagoji geleneğini araştırıyor ve Donald Trump’ın en açık öncüsü William Randolph Hearst’i buluyor. Gerçi burada da bir yüzyıl önceki sorumsuz popülizmin yine de emek yanlısı bir duruşa ihtiyaç duyduğunu da belirtiyor. “Bugünün sağ kanat popülistleri, hırslı Hearst’ın bel bağladığı kapitalizm karşıtlığına başvurmaktan oldukça uzaklar. Aksine, onları Donald’a çeken kapitalist düzenin üstünde yükselen bir übermensch [üst insan] olmasıdır.” Trump, bu şekilde, geçtiğimiz yıllarda ellerinde muazzam miktarda servet biriktiren ve liberal veya gerici olmalarından bağımsız, “dünyayı kendi imgeleriyle yaratmaya yönelik tanrısal arzuyu” beyan eden, aileden kapitalistlerin (Kochlar, Waltonlar, vb.) yükseliş olgusuna sadece bir örnek oluşturuyor. Zirvesine Trump’ın Beyaz Saray’daki mevcudiyetiyle ulaşan onlara yönelik tapınma, İlahlaştırmanın başarılı olduğunu gösteriyor, Fraser’ın söylemiyle “cin canavara dönüştü”.

Fraser’a göre, bu derin ideolojik dönüşümün nedeni, kapitalizmin değiştirilmiş “metabolizması”nda yatıyor. Bir zamanlar, çiğneyebileceği her şeyi yutarak yükselme yaratan kapitalizmin sistemleri bugün esasen kovucu: zorla özümseme ve istihdam yerine işsizlik ve dışlama. Fraser, “ilerlemenin çarkları, ilk Yaldızlı Çağın hakimi, tersine döndü.” diye yazıyor. Kapitalizm kendisini “yamyamca tüketti” ve yeni çağın ruhu dolayısıyla toplumsal reddetmenin hüznüydü, gönülsüz askere alınmanın öfkesi değildi.

Kuşkusuz, Fraser kendi hüznünü belli etmekten kendini alıkoyamıyor. “Molek’in ruhunun dünyasında bir yabancı ülke var” diye bağlıyor, “Trump’ın ortaya çıktığı sonsuz boşluğu ürkütücü bir şekilde aydınlatıyor.” Her ne kadar son satırları kurtuluşun yenilenen düşlerine çağrıda bulunsa da, bu gibi düşlerin nereden gelebileceğine ilişkin arayışla ilgili pek bir sayfa ayırmıyor ve gerçekleşebileceklerine ilişkin çok fazla güven duymuyor gibi gözüküyor. Fraser’ın yenik Yeni Sol nesli ile Guendelsberger’in meydan okuyan Y kuşağı arasındaki uçurum genişçe beliriyor.

Nesiller arası farklılık politik ama aynı zamanda da sosyolojik. Guendelsberger, doğrudan öncüsü olan Ehrenreich’tan farklı olarak, yoksul semtlerde turistik amaçlarla dolaşmıyor, bu duruma düşecek kadarına sahip değil. Üç Kuruşlukboyunca Ehrenreich kendisiyle iş arkadaşları arasındaki toplumsal uzaklığın etik sonuçlarıyla eziyet çekiyor. Diğer taraftan Guendelsberger ise bu hususta oldukça kayıtsız, çünkü projeye giriştiğinde zaten işsizdi. Öykünün önemli bir kısmında arabasında yatıyor ve iş arkadaşlarının yardımlarını minnetle kabul ediyor. Doğrusu kitabına da hazırlıksız (kitabın sözleşmesini ikinci işindeyken, Convergys’te yapıyor) başlıyor. “Hiç bir şey yayınlanmasa bile, en azından bir kaç bin dolar biriktirirdim diye düşündüm.”

Lewis Lapham ile somon yerken beyin fırtınası yapılan Üç Kuruşluk kitabının ortaya çıkışıyla zıtlığı, son 20 yılın bir zamanların güvenli profesyonel katmanına ne yaptığının mükemmel bir göstergesidir. Ehrenreich, beyaz yakalıları bilgilendirmek ve uyuşmuş bilinçlerini dürtmek amacıyla, işçi sınıfının kayıp kıtasını kayıtsız orta sınıfın öz bilinçli bir temsilcisi olarak yeniden keşfetmek için yola çıkmıştı. Neoliberalizmde bir nesil daha geçtikten sonra bu iki grup arasındaki hat bulanıklaştı, bu nedenle bu tercüme eylemi artık o kadar acil gözükmüyor. Guendelsberger’in kendisi iki grubun da ortasında ve okuyucusunun da aynı şekilde olduğunu varsayıyor. “Evet, anacığım” diye yazıyor kapanışta, McDonalds’da işçilerin birbirlerine seslendiği gibi seslenerek okuyucularına. “Sen de bir işçisin, aynı ben ve Jess ve Zeb ve Candela ve Kolbi ve Miguel ve Hardal Kadın gibi.”

Şüphesiz, Guendelsberger’in çalışmak için gittiği yerler, Fraser’ın araştırdığı zehirli ideolojilerle doymuştu. Convergys personeli sürekli olarak “zaman hırsızlığı” için gözetleniyordu, her ne kadar işveren orada burada işçilerin zamanını çalıyor olsa da. “Amazonlar”a sürekli tarih yazdıkları söyleniyordu ve çoğu da buna inanıyor gibi gözüküyordu. İş arkadaşlarına sızlanmak sıklıkla nankörlük olarak görülüyordu. (bir çevrimiçi yorumcunun “eğer Amazon’un kötü olduğunu düşünüyorsanız, McDonalds’ı deneyin MekGötler” şeklindeki çıkışması gibi). Depodaki iş arkadaşı “Blair”, hem sürekli kurallar hakkında söyleniyordu, hem de en hızlı toplayıcı dünya rekorunu kırmayı amaçlıyordu. Bu şekilde insanların robotları her zaman yenebileceğini kanıtlamayı umuyordu. Guendelsberger’in gözlemlediğine göre Blair, John Henry’ye[10]benziyordu, yeni buharlı kaya matkabına karşı yarışan, sadece çekicini kullanarak yamaçları patlatan güçlü, abartılı masallardan fırlamış bir şahıs, kazanıyordu ama elinde çekiciyle ölerek.

Çelik Operatör (muhtemelen siyah bir mahkum emekçi ve gerçekte hafif fiziksel bir şahsiyet) 20. yüzyılın başlangıcındaki Büyük Buhrandan dönüşten ortaya çıkan en gözde Amerikan halk şarkılarından biriyle anılıyordu. Ülke genelinde emekçiler makinelerine ayak uydurdular, monoton bir sesle “elimde bu çekiçle öleceğim” diyerek. John Henry makineyi tehdit etti ve sonunda makine tarafından öldürüldü, ama yine de muzafferdi, işçilerin ilkel birikime karşı patlayıcı direnişinin en etkili simgelerinden biri haline geldi. Tarihçi Scott Reynolds Nelson’ın muhteşem kitabı Steel Drivin’ Man’de gösterdiği gibi efsanesi, yeni düzene karşı ortak düşmanlık dışında başka hiçbir ortaklığı olmayan yeni proletaryanın farklı kesimleri boyunca yankılandı.

Diğer taraftan, Uber sürücülerinin, misafir profesörlerin ve ev sağlık yardımcılarının kendi zahmetli saatlerini Blair’ın algoritmayla yarışı hakkında şarkılar söyleyerek geçirmeyeceği konusunda güvenle iddiaya girebilirsiniz. Blair, John Henry’nin yaptığını yapıyor ama eyleminin anlamı ters yüz olmuştur: Patronun ideolojisinin iktidarına işaret ediyor, o iktidarın reddedilmesine değil. Fraser’ın savının mükemmel bir örneği.

Guendelsberger’in kendisi için, güvencesiz bir gazete işçisi olması nedeniyle, neredeyse bütün iş yerlerindeki yüzeyin altında cereyan eden dayanışma akımlarını keşfetmesi ve katılım göstermesi hiç de zor değil. Kapitalizmde emek, neredeyse her zaman, bir şekilde sosyaldir. Taylor ve kendisinden önce ve sonra gelenler tarafından defalarca parçalara ayrılmış olsa da, kapitalist üretim insanların birlikte çalışmasını gerektirir. Yönetim onları birbirini tanımaktan, birbirlerine güvenmekten alıkoymaya ne kadar çabalarsa çabalasın, her zaman bir parça da olsa birbirlerini tanıyacak, birbirlerine güveneceklerdir. Guendelsberger “Kronometrelere ve köpek balıklarına karşı bu işte hep birlikteyiz” diye yazıyor. (Kitabın bir yerinde genişçe bir köpek balığı metaforu kullanıyor). “Ve sadece insan olabiliriz, ama bizden oldukça fazla sayıda var.” Fraser’ın betimlediği ideolojik hapishanenin kilidini açacak olan anahtar, emeğin bu toplumsal boyutudur. Guendelsberger kitabını bir tahminle bitiriyor: “Mevcut durumun zalim ve saçma olduğunu düşünen başka insanlarla karşılaşacaksınız (bu insanlar neredeyse her yerdeler… Bu insanlarla arkadaşlıktan çok daha güçlü bir ilişki hissine ulaşacaksınız. Sizden daha büyük bir şeyin parçası haline geleceksiniz) ve garip bir şekilde, yaşamınızı denetlediğiniz hissini yıllar boyunca hissetmediğiniz kadar yoğun hissedeceksiniz.”

Guendelsberger Amazonda kış başında çalışmıştı. Tatil dönemi stresini berbat bir hızlanma, bir tür karabasan olarak yazıyor: İşkence görmüş bedenini denetleyemiyordu, sıkıntıyı, stresi ve bunalımı hep birlikte yaşıyordu. Ancak, meğerse, yoğun dönemde yaşanabilecek tek deneyim bu değildi. Noel’e bir hafta kala, geçici işçilerin kaldığı bir çadırkente yolu düşer. Onların mini pizzaları vardı, o da bira ve biraz kurabiye götürür. Guendelsberger’e işi tamamen yanlış anladığını, oldukça fazla çalıştığını söylerler. Sadece terfi almak veya uzun süreler bu işyerinde kalmak istiyorsan derece yapman gerekiyor. “Bize ödediklerinden daha fazla bize ihtiyaçları var” diye açıklıyor Matthias. Yakın bir zamanda sınırları sınamak için bir deneme yapmıştı ve gelip kendisiyle konuşmalarından önce öğle yemeği öncesi fazladan 48 dakika kullanmıştı. Matthias şuna dikkat çekiyor “Tesis zaten bir bütün olarak %110 olarak çalışıyor, bu durumda hakikaten ne menem bir önemi var?” ve ekliyor “neşeli, beyin yıkayan bir sesi taklit ederek ‘Tarih yazıyoruz!’ ‘Beklentileri Aşıyoruz!’”

Bir grup geçici işçinin verilenden uzun aralar kullanması ve bir kamp ateşi etrafında Jeff Bezos’la dalga geçmesi belki de bir devrim değil ama bir hiç de sayılmaz. Guendelsberger’in söylediği gibi, bunun bir biçimi, kaçınılmaz olarak, her yerde var. Gerçekten derece yapmanızın gerekip gerekmediğini veya size biri hardal atıp sizin başlattığınızı söylediğinde ne yapmanız gerektiğini kendi başınıza bilmeniz oldukça zordur. Bu baskı altında çıldırmak kolaydır: Molek güçlü ve korkutucu. Ama sahte Tanrılarla ilgili bilinmesi gereken, kendileriyle alay edilmesine gerçekten dayanamamalarıdır ve illa ki onları olduğu gibi gören biri (ve aslında her gün daha fazlası) her zaman vardır. Patron her şeyi gören bir panoptikona sahip olabilir ama her grevin öncesinde başka biriyle göz göze gelen bir işçi vardır.

Gabriel Winant, şu anda bakıcılık ve sanayisizleşme üzerine bir kitap tamamlamaya çalışan bir tarihçi.

Dipnotlar:

[1] “in the weeds” özellikle garsonların aşırı yoğun zamanları, birden fazla kişiye servis yaptıkları durumu ifade eden günlük dile ait bir deyim (ç.n.).

[2] Charles Dickens (ç.n.).

[3] Metisiline dirençli Staphylococcus aureus enfeksiyonu (ç.n.).

[4] Melez Ateşböcekleri ve Mülkiyet Adamları: Kapitalizm ve Sınıf Çatışması (ç.n.).

[5] İncil’de söz edilen Kenanlıların gaddar tanrısı.

[6] Limuzin Liberali

[7] Rıza Çağı

[8] Emek yönetecek

[9] Yeni Düzenin Yükselişi ve Çöküşü

[10]https://en.wikipedia.org/wiki/John_Henry_(folklore)

[newrepublic.org’daki İngilizcesinden Tahir Emre Kalaycı tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.

Kaynak: sendika.org

Arşiv