Görsel Sanatlarda Kültür Emperyalizmi ve Contemporary İstanbul..., Duygu Yaşam

Bir zamanlar ülkemizin ilk küratörleri (!) tuval resminin bittiği anonsunu yapıyorlardı… Bitti, bitiyor derken bir de baktık ki,görsel sanatlar dünya piyasalarında birkaç parçaya bölünmüş ve her telden bir şeyler yapılıyor sanat adına… Kavramsal sanat anlayışını aklı başında işler ile uygulayan sanatçıların yanı sıra, kültür emperyalizminin misyonerleri tarafından pompalanan sözde sanat eserleri ile bir anda görsel sanatlar dünyası sanatı değil, sansasyonu, popülizmi ve medyatik anlayışı ön plana çıkarmaya başladı.  Artık gerçekten sanat adına ter döken sanatçı değil, arkasına aldığı destekçileri, para gücü ve siyasi oyunlarla, sözde sergiler açan, müzayedelerde maniplasyon ile fiyatını yükseltmeyi seçen görsel sanatın üç kağıtçıları türemeye başladı ve ne yazıktır ki, kara para aklayanlar, havadan kazanıp tavada yiyenler ve desinler diye sözde sanat koleksiyonculuğuna soyunanlar da bu üç kağıtçıları desteklemeye başladılar ve böylece dünya piyasalarında olduğu gibi ülkemizde de çarpık bir sanat piyasası oluştu…

Dünya görsel sanatlar piyasasına baktığımız zaman göz boyamaların yanı sıra gerçek sanat adına da çabaların atıldığını şu dönemde az da olsa görebiliyoruz… Yani hak eden sanat eni sonu yerini bulabiliyor fakat ülkemizde ise, kültür emperyalizminin misyonerleri tarafından bu seçenek yok edilme yolunda ilerliyor.  Şimdi eteklerdeki tüm taşlar dökülmeli ve çarpıklıklar masaya yatırılmalıdır. Yoksa, birilerinin kurduğu tuzaklarla ülkemizde görsel sanatlar yerinde saymaya devam edecektir…

Çağdaş sanat anlayışına göre, “herkes sanatçı ve her şey sanat”  bu aslında  dünyanın var oluşu ile de  doğru orantılıdır çünkü, dünyada var olan her şey gerçekte birer sanat eseri… Doğanın yapısı, canlılar ve canlıların ortaya koydukları. Hemen her şey belli bir tasarımın sonuçları olarak ortaya çıkıyor. Burada sanat ve sanatçının ayırımını da, bir sanat eseri olan yaşamımızın içinde kendilerine göre farklılıklar ortaya koyabilen yetenekler olarak tanımlayabiliriz… Bu farklılıkları tanımlarken de örneğin, birinin sanat adına galeri zeminine yaymış olduğu su hortumunu da, günümüzün yeni sanat anlayışı içinde bir farklılık olarak görmenin saflığını yaşamayalım… Sanat böyle bir şey değildir. Nesnelerin sanat anlayışı içinde bir yerinin olduğuna Duchanp gönderme yaptı diye herkesin  raflarda satılan nesneleri alıp sanat eseri diye sergilemesinin de bir anlamı olamaz ve bir farklılık ortaya konulmuş olmaz…

Andy Warhol’un Brillo kutularını sanat eseri diye sunması da bir fantezi, bir farklılık olarak görülebilir. Çünkü böyle bir sunumun aynı anda medyatik bir getirisi de vardır fakat, büyük paralar etmesi ise oldukça tartışılmalıdır…

Farklılık adına eczane raflarını ilaçlarla birlikte sanat eseri diye bir sanatçı sunabiliyor ve milyonlarca dolara da satıyor… Alan ülke ise Katar ve knunun sanıyorum ki medyatik getirisinden faydalanmak adına  Damien Hirst’in bu sanat eserini(!) başka bir kaynağa kaptırmamışlar.

Aslında sanatçı her şeyi sanat adına sunabilir ve satabilir bu demek değil ki her para eden sanatçı çabası gerçek bir sanat eseridir…

FUARIN GİRİŞİNE GÖRSEL SANATLARIMIZIN YILDIZINDAN (!) BİR ÇALIŞMA ASILDI…

Dünyanın önde gelen sanat yazarlarını meslekten soğutan kavramsalcı misyonerler, kavramsal sanatı üçüncü dünya ülkelerine de yaymaya başladılar. Önce sanatın evrensel olduğu ve  örneğin Türkiye’de bulunan bir sanatçının  aklına esen her şeyi yapabileceğini, sanki Batı’dan örnekler ile yolunu çizmesi gerektiğini yaydılar. Oysa görsel sanatlarda sanatçının doğduğu ve bulunduğu coğrafyadan sentezler ortaya koyabilmesi daha bir önem taşımalıydı… Böylece sanatçı ülkesini de  dünya sanat platformuna taşımış olacaktı… Sözde yeni anlayış ise  bir yerde  sanki buna karşı çıkıyor. Örneğin Contemporaray İstanbul’a atanan yeni artistik direktör Anissa Touati’nin ülkemizde ziyaret ettirildiği  sanat atölyelerinden beğendiklerine bakıldığında, kültür emperyalizminin nasıl ağır basmış olduğunu görüyoruz… Fransız asıllı Touati, kendisiyle yapılan ilk söyleşisinde önce Türkiye’nin dışarıdaki kötü imajının silinmesi gerektiğini ortaya koyarak ilk hatasını yapıyor…  Oysa küratör, Türkiye’nin  kültür değerlerinden, tarihindeki medeniyetlerinden tüm dünya görsel sanatlarının yararlanmış olduğu gerçeğine inebilmiş olsaydı, böylesine siyasi ve politik laf etmezdi sadece kendi alanı olan sanatın içinde kalırdı… İnsanın hazmedemediği şey şu, bir kişi geliyor ülkemin çağdaş sanat fuarının kendisine verdiği yetki ile, olmadık laflar ediyor, ülkedeki sanatçıları  dışlayarak fuara almıyor, bazı galerileri saf dışı ediyor. Fuarın girişine  kopyacılığı ile ünlü bir sanatçının koca bir çalışmasını astırıyor sanki, kopya sanatı destekleyen bir oluşum kuruyor gibi… Belki de, “bakın  Japon  Tadasuke Kuwayama’yı çok iyi taklit eden bir sanatçıyı Türk çağdaş sanatlar fuarının yıldızı gibi sunuyorum” der gibi bizimle alay ediyor…Sanki ülkemde dünyaya özgünlüğü sunulacak bir sanatçı yokmuş gibi…

(Tadasuke Kuwayama New York’daki atölyesinde çalışırken ve kopyalanan eserlerinden iki örnek.)

Ben kadında suç bulmuyorum. Suç ona o  yetkiyi verip, yaptıklarına ses çıkarmadan alkış tutanlarda…

Kusura bakmasınlar artık doğruya doğru eğriye eğri demenin zamanı gelmiştir. Bir şey yapılacaksa  gerektiği gibi yapılır ki övgüye değer olsun…

Elbette sanat piyasasının yenileri genç sanatçı adayları dünya sanatından etkileneceklerdir fakat bu etkilenmeyi kendi öz kültüründen koparak yapmaya çalışanların Batı’da ne derece başarılı kılınacakları bir soru olarak karşımıza çıkıyor… Batı her zaman kendisine endekslenmiş olan üçüncü dünya ülkeleri sanatçılarını  geri planlarda tutmayı kendisine politika edinmiştir… Eğer sanatçı kendi özünden Batı sanatına bir şeyler aktarabiliyorsa, daha bir önem kazanıyor…

YENİLİK ADINA ÇÖP TORBASI…

Görsel sanatlarda dünya  sanat piyasasına baktığımızda,  sanatı sanat gibi hissettiren işlere rastlayarak zevk alabiliyor muyuz önce bunu düşünelim. Örneğin, içi doldurulmuş bir çöp torbasını ilk  sergileyen Amerikalı sanatçı Gavin Turk. Çağdaş sanat adına yapılmış bir uç çalışma olarak kabul edildi fakat onun peşinden yığınla sanatçılar çöp torbası doldurarak çağdaş sanat adına sunmaya başladılar. Tıpkı bizde de bir çok genç sanatçıların Batı’daki örneklerin tekrarlarını yaptıkları gibi…

Bakıyorsunuz dünyanın tanınmış müzayede şirketlerinin kataloglarında Richter, Kiefer, De Kooning ve daha başka ustaların tekrarlarını yapan gençlerin işleri de  büyük paralara pazarlanıyor… İnsan şunu düşünüyor, acaba  artık yapılabilecek bir yeniyi ortaya koymak çok mu zor ki, yeni nesil geçmiş nesli kopyalamaya başlamış…

Bir zamanlar Çinlilerin Amerika’daki ticari fuarlarda fotoğraf çekmeleri yasaklanmıştı.Çünkü fotoğrafları çekilen bir çok yeni icatların Çin’de kopyalandığı biliniyordu. Şimdilerde sanat ta da  değişik bir şeyler ortaya koyanları birileri kopyalayabiliyor ve  bakıyorsunuz Almanya, İngiltere, Amerika ve daha başka ülkelerde bir çok kopyacı sanatçı türemiş ve hepsi de arkalarına desteklerini almış, sanat adına  ticaret yapıyorlar…

Sanatta  buluşu kim önce yapmış ise ustası da, yaratıcısı da odur. Fakat nedense  dünya sanat piyasası giderek etik kurallardan uzaklaşan insanlarla doluyor ve kim nerden neyi kaçırırsa kendisine kazanç sanıyor… Fakat şu unutulmamalı ki sanattın da bir tarihi vardır ve uyanıklık yapanlar her zaman açığa çıkabiliyor…

Bir sanat ustasının yaptığından elbette etkilenilebilinir eğer ki o ustanın yaptıklarını ileriye taşıyabilmiş ve üzerine bir şeyler koyabilmişsen…

BİR SANATÇIDAN GÖRÜŞ;

Cİ artistik direkrörü Anissa Touati’nin “dedikoduyu, kıskançlığı bırakıp çalışsınlar” sözüyle, ülkemiz görsel sanatlarındaki bir numara sorunun da gündeme getirilmiş olduğuna değinen bir sanatçımız şunları söylüyor, “Demek ki birileri sanat piyasamızdaki bu gerçeği Touati’ye anlatmış veya Touati bazı sanatçılar ve sanat adamlarıyla görüştüğünde edilen laflardan bunu çıkardı. Evet sanat piyasamızda kıskançlık, dedikodu, yok sayma, eskiyi silme gayreti gibi davranışlar yüzünden bir çok sanatçı kendisini bir türlü bu çarpık sanat piyasasında savunamıyor. Buna bir de sanatı pazarlamaya soyunmuş çevrelerin, sanatçıyı yolunacak kaz gibi gören piyasa uyanıklarının, ehliyetsiz müzayedelerin davranışları katıldığında, sanat piyasamızın hiç de sanatçıya mutluluk verecek bir yolda olduğu söylenemez. 83 milyonluk nüfusa sahip ülkemizde sadece bir tane ciddi anlamda müze ve bir tana de müzayede şirketi var. Diğerleri kendi kafalarına göre hareket eden ancak sanatçıyla var olmalarının mümkün olduğunu unutmuş olan yöneticilerle idare edilen kuruluşlar olarak göze çarpıyor.

Bir ülkede bir müze kuruluyorsa müzenin yapısına göre ülkenin sanat ortamı da iyice araştırılır ve kim ne yapmış ne yapıyor ona bakılarak karar verilir. Yani birileri bir zamanlar yok pahasına topladığı resimler ile müze açmaya kalkıyorlarsa o açılan müze değil sadece  halkın boş zamanlarında ziyaret edebileceği bir panayır yerinden farklı olmaz. “

Kaynak: https://turkishartmarket.wordpress.com/2019/08/28/gorsel-sanatlarda-kultur-emperyalizmi-ve-contemporary-istanbul/

Arşiv