Fare ile Dağ: Gramsci’nin Ekolojik Masalının Düşündürdükleri, Orçun Güzer

I.

Antonio Gramsci, hapishanedeki beşinci yılında, eşi Giula’ya yazdığı 1 Haziran 1931 tarihli mektupta, memleketinde duyduğu bir masaldan bahseder ve eşinden, bu masalı çocukları Delio ve Giuliano’ya aktarmasını ister. Bu masal, başlangıçta, küçük bir çocukla ve o uyurken masada duran sütü içip de bu yaptığına pişman olan bir fareyle ilgilidir; ama adım adım, zincirleme genişleyerek başka aktörlerin, faktörlerin, canlı ve cansız varlıkların katılımıyla, adeta bir felsefi öykü, daha doğrusu ekolojik bir fabl haline gelir. Bu genişlemeyi/zinciri kısaca şöyle özetlemek mümkün:

Fare, çocuğun kahvaltısı için hazırlanmış sütü içer. Çocuk ve annesi üzülünce yaptığına pişman olur ve çocuğa yeniden süt bulmak için yola düşer.
Fare keçiye gider; keçi, yiyecek ot bulabilirse fareye süt verebileceğini söyler.
Fare kıra gider, fakat kırlar susuz kalmıştır ve kuraktır. Otlak, kendisine su bulabilirse, fareye ot verebileceğini söyler.
Fare köyün çeşmesine gider; fakat çeşme savaşta viran olmuştur ve su boşa akmaktadır. Çeşme, kendisini onartabilirse, fareye bolca su verebileceğini söyler.
Fare köyün duvarcısına gider; duvarcı, çeşmeyi onarmak için taşa ihtiyacı olduğunu söyler. Farenin aklına, dağdan taş rica edebileceği fikri gelir.
Fare dağa çıkarken, çıplak yamaçlarını ve kurumuş su yollarını görür. Dağ, vurguncular tarafından ormansızlaştırılarak harap edilmiştir.
Dağa çocuğun durumunu anlatır; taş verirse çocuğa sütünü iade edebilecektir. Buna karşılık, çocuk büyüdüğünde dağın yamaçlarına ağaç dikecek, böylece dağa iyiliğinin karşılığını ödeyebilecektir. Fare, bu şekilde dağı ikna eder.
Çocuk büyüdüğünde sözünde durur ve dağı ağaçlandırır. Bu sayede doğadaki denge yeninden kurulur.
Şimdi burada durup düşünmek gereken birkaç nokta var. Her şeyden önce, doğada her öğenin nasıl birbiriyle bağlantılı, birbirine muhtaç olduğunu bilmem daha iyi anlatabilecek bir alegori var mı? Farenin yılmadan sorgulamaları sonucunda az çok şöyle bir tablo ortaya çıkıyor.

Bu şemada, yeşil oklarla doğa içindeki kendiliğindenliği, mavi oklarla insan etkisini göstermeye çalıştım. Bu ilişkiler ağının içinde insanların köyü de bir istisna oluşturmuyor; yani bir köy ve onun çevresi yok – çevrenin bir parçası olan köy var. Ancak, insanın doğa üstünde hakimiyet kurabileceği, böyle bir hakkı olduğu yanılsaması, insan varlığını istisnai bir hata haline getiriyor; yani aslında ekosistemin bir parçası olması gereken insan yaşantısı, ekosisteme zarar verir hale geliyor. Savaş çeşmeyi, ağaç vurguncuları ormanı tahrip etmiş. Dağ çıplak kalmış; yağmurların önü kesilmiş; otlar kurumuş; toprak erozyona açılmış. Bu sonuçlar doğal olarak köyü de kötü yönde etkilemekte. Ancak bu fabl bize, bozulmuş ilişkilerin onarılabileceği konusunda bir umut veriyor: Sonuçta keçi, sütünü çocuk içsin diye üretmiyor ama çocuk, büyüdüğü zaman dağı ağaçlandırmakla, sadece dağa değil, otlara, toprağa, keçiye ve nihayet, köye de katkıda bulunmuş oluyor. Ağaçlar dağı kapladığında yağmur çekiyorlar; kökleri toprak kaymasını engelliyor; ağaçlar nemi tuttuğu için sağanakların ovayı tahrip etmesi de engelleniyor; keçinin daha çok süt, toprağın ve çeşmenin daha çok su vermesi, köy insanlarının yaşamını, geçimini, esenliğini de etkiliyor.

Fabldaki alegoriyi tüm yeryüzüne genişletir ve bugüne uyarlarsak, artık gezegen için bir tehdit haline gelen çevresel sorunların; kapitalizm ve modernitenin eşzamanlı güdülemesiyle doğayı hammadde, dünyayı servet kaynağı, insanı dünyanın efendisi olarak gören bir rant hırsının ve ilerlemeci kibrin sonucu olduğunu görmek zor değil. Dolayısıyla, fare tarafından eğitilen insan yavrusunun, büyüyünce dağ ile simgelenen doğaya görevini yerine getirmesini, sadece bir borcu ödemek olarak değil, bir etik seçim, sorumluluğu üstlenme olarak görmeliyiz. Fare, sütünü içtiği çocuğa karşı sorumluysa, çocuk da ona süt getiren dağa, taşa, toprağa, ota, keçiye karşı sorumludur. Küçücük bir farenin uğraşıp didinmesiyle başlayan çaba bir köye genişleyebiliyorsa, tüm dünyaya da genişlemelidir.

II.

Bu güzel masal, 2017 yılında İspanyol illüstratör Laia Domènech’in resimlemeleriyle El ratón y la montaña adıyla yayımlandı ve 2018 yılında Fare ile Dağ adıyla Türkçe’ye çevrildi. (1)
Gramsci’nin hapishaneden yazdığı onca mektup arasında bu masalı bulup çıkarmak, sonra da bunu bir resimli masal haline getirmek, önemli bir iş; bu yüzden, bu fikrin ilk kimin aklına düştüğünü merak ediyordum. Kendisiyle yapılmış bir söyleşide (2) Laia Domènech, hikâyeyi kendisine aktarıp kitaplaştırmayı önerenin Jesús Ortíz (Milrazones yayınevinin sahibi) olduğunu söylüyor. Domènech, kitabı hazırlama işine girişmeden önce Gramsci hakkında bir bilgisi olmadığını samimiyetle itiraf ediyor. Aslında, bu belki de bir avantaj olarak da düşünülebilir, çünkü bazen, politik angajmanı olan bir yazar/çizer, ideolojik ifade aceleciliği içinde, hikâye anlatıcılığından ödün verebilir. Domènech ise, uzun bir hazırlık dönemine girmiş; hatta öyküyü çizme sürecinin tasarlanıp geliştirilmesini de, öyküdeki farenin karşılaştığı sorunları çözmeye çalışmasına benzetiyor. Bu benzetme, işin zorluğunu anlatmak için yapılmış olsa da ilginç bir ipucu veriyor; çünkü bir yandan da çizerin, çizdiği öykünün baş kahramanıyla ne denli özdeşleştiğini, kendini onun yerine koyarak, onun öyküsünü dillendirmeye çalıştığını bize gösteriyor. Domènech, kitaptaki resimlerde ince ve melankolik bir havanın hakim olmasını istemiş; hikâyedeki renk yelpazesini öykünün gelişiminin belirlediğini özellikle vurguluyor: Başlangıçta her şeyde savaşın tahribatı hissedildiği, ağaçlar yok olduğu için gri tonlar ağırlıkta; manzaralar ve karakterler üzgün görünüyor. Daha sonra, yeşil tonlar hikâyenin gidişatı içinde ve sayfalarda yavaş yavaş filizlenmeye başlıyor. Çocuk kitapları eleştirmeni Laura Richichi, renklerdeki soğukluğun, 1. Dünya Savaşı sonrasında savaşın acılarıyla sarsılmış herhangi bir İtalyan köyünün ruhunu yansıttığını belirtiyor: Çocuk için süt çok önemlidir, çünkü çok açtır; çünkü savaşın sefaleti bir bardak sütü bile çok önemli hale getirmiştir; alegorik olarak bakarsak, çocuk, insanlığın geleceğini simgelemektedir. (3) Richichi’ye göre, doğayı simgeleyen dağın çocuğa karşı olan cömertliği, insan davranışı için bir örnektir; yeni bir yaşam, ancak cömertlikle, paylaşımla inşa edilebilir. Kitap bizi, çevremize (hatta bir bardak süte bile) aynı gözlerle bakmamaya, doğanın bağışladığı bolluğu fark etmeye ve bu bolluktan herkesin eşit ölçüde faydalanıp faydalanmadığını düşünmeye davet eder.

Laia Domènech’in çizim stili, kromatik sembolizmin de ötesinde, her türden şiirsel/masalsı anlatıma olanak veriyor. Ben onun tarzını biraz Die Blaue Reiter grubu ressamlarının dışavurumcu, primitif üslubuna (örneğin Franz Marc veya Marc Chagall’a) yakın gördüm. Ayrıca sayfaları dikey kullanmış olması, iki sayfayı da kaplayan manzaraları eksiksiz resmetme çabası, okurda bütüncül doğa algısının oluşmasına, köyün merkezde yer almadığını, çevrenin bir parçası olduğunu sezmesine yardımcı oluyor. Zaten fablın karakterlerine baktığımızda da, yalnızca insanların veya hayvanların değil, otların, çeşmenin, dağların da konuşabildiğini, anlayabildiğini, bir bilinci olduğunu görüyoruz; yani insanmerkezli bakış açısının ötesinde, canlıyı da merkeze almayan bir bakış açısı var. Elbette bunun çocukları hedefleyen bir masal olduğunu akılda tutalım, ama mutlaka felsefi bir yorum yapılacaksa, masalın perspektifini, tüm yeryüzünü birlik içinde gören, hatta tüm dünyanın tek bir organizma oluşturduğunu iddia eden Gaia Hipotezine kadar götürebiliriz. Masalda, köy veya insan yaşamı merkezde değildir, çünkü bir merkez yoktur; çünkü her şey çevredir. Geri dönüşsüz bir şekilde ileri gitmek zarar verir, çünkü ekosistemin işleyişi doğrusal değil, döngüseldir.
Domènech, masalı ilk dinlediği anda beğenmiş; özellikle, fare gibi küçücük, görünüşte önemsiz bir canlının koşulları iyileştirmedeki kararlılığını ve başkalarıyla dayanışma içinde yaşam ortamını değiştirilebilmesini etkileyici bulduğunu belirtiyor. Burada tüm insanlara çıkan bir pay var aslında: Hepimiz bazen “Ben neyi değiştirebilirim ki?”, “Karşı çıksam ne olacak ki? Bir şey mi değişecek?” gibi fikirlere kapılabiliriz – işte fare tüm bunları düşünmüyor; koşulların önüne koyduğu sorunları değerlendiriyor ve eyleme geçiyor. Her ne kadar bu masalı Gramsci yazmamış olsa da, küçük farenin, Gramsci’nin ünlü şiarı “aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği” uyarınca harekete geçtiğini görebiliriz. Sorunları hafifsemiyor, ama çözüm için kararlığını da kaybetmiyor. Sorunun farklı basamaklarındaki aktörleri koordine ederken, en son basamakta dağdan yardım istemesi gerektiğinde, kendini onun karşısında küçük görmüyor; çünkü herkesin yazgısı birbirine böyle sıkı sıkıya bağlıyken, herkesin dayanışmaya ihtiyacı olduğunu biliyor. “Diğer bir deyişle, farenin tasarladığı şey, hakiki bir beş yıllık plandan farksız!” diyor Gramsci, masalı anlattığı mektubunda. (4) Mektupta, yıllar sonraki ağaçlandırmanın ayrıntıları verilmemiş, ama Gramsci’nin, büyüyen çocuğun öncülüğünde tüm köyün katılacağı bir dayanışma tasarlamış olduğunu tahmin etmek zor değil. Bu yüzden, Domènech, ağaçlandırmayı anlattığı sayfaları tam bir imece hali olarak betimlemiş. Bu sayfalarda ve ağaçlara bezenmiş yemyeşil dağın bulunduğu son sayfada, yabancılaşmamış, doğaya katılan emeğin güzelliğini görebiliyoruz.

III.

İlginç bir şekilde, son yıllarda “ekosistem” sözcüğünün, bağlamından koparılarak çeşitli ortamlarda, sektörlerde, söylemlerde sıkı sıkıya bağlı ilişkiler ağının metaforu olarak kullanıldığını, yani anlatısal bir gereç haline geldiğini görüyoruz. Doğadaki ekosistemler zarar görmeye devam ederken yapay ekosistemler türetmek de, insana dair trajikomik durumlardan biri olsa gerek. Ekolojinin Türkçe karşılığı çevrebilim olarak biliniyor. Ancak kelimenin köküne bakarsak, “eko” kısmının Yunanca “oikos”tan geldiğini görürüz; bu ise “ev” veya “hane halkı” anlamına gelir. Bu kökene dayanırsak, ekoloji, evimiz olan yeryüzünü, bir barınan olarak ele almanın bilimidir. Ekosentrik bakış açısını insana özgü egosentrik bakış açısından ayıran da, doğada barınanlardan sadece biri olduğuna, tam merkezde değil, diğerleriyle birlikte çevrede olduğuna, yani çevresel ilişkilerin bir bileşeni olduğuna dair farkındalıktır. İnsanın yarattığı körü körüne ilerlemeci uygarlığın dünyaya felaket getireceğine dair kehanetlerin romantik, kötümser, gerici sayıldığı zamanları çoktan geride bıraktık. Bugün, tamamen pratik sonuçlara odaklanan “reel” politikaların, işe yararlık, kâr, sermaye birikimi, politik hegemonya, ilerleme, büyüme adına dünyaya verdiği zararı açıkça görüyoruz: İnsanın dünyada varoluş şekli, pek çok başka canlıyla birlikte insanın sağkalımını da tehdit eder hale geldi. Tam da bu sebeple, Fare ile Dağ benzeri masalların, öykülerin, anlatıların işaret ettiği hakikate odaklanmaya, bir alegoriden gerçeklik üretmeye ihtiyaç var. Çünkü anlatı bugüne direniştir ve etik tavrın esinidir. Bu yüzdendir ki, Gramsci hapiste olmasına rağmen bu masalı çocuklarına aktardı; bu yüzdendir ki, yazmaktan vazgeçmedi ve zor hapishane koşullarında tamamlanan yaşamının sonuna kadar düşünmeye, üretmeye devam etti – yani, önünde duran o sarp, çorak dağa tırmanma çabasından ve dağa derdini anlatma tutkusundan hiç vazgeçmedi…

KAYNAKLAR:

Laia Domènech / Antonio Gramsci, Fare ile Dağ, Desen Yayınları, 2018, Çev. Özgür Gökmen
Söyleşi linki: http://unperiodistaenelbolsillo.com/laia-domenech-raton-montana/
Laura Richichi’nin yazısı: https://www.lacuenteriarespetuosa.com/el-raton-y-la-montana/
Laia Domènech / Antonio Gramsci, a.g.y.