"Veriler kimin elinde olmalı? Sadece insanlığın değil, yaşamın kendisinin geleceği bu sorunun cevabına bağlı olabilir."
Yuval Noah Harari / Davos Dünya Ekonomik Forumu - 2018
Bugün türümüzün ve hayatın geleceği ile ilgili konuşmak istiyorum.
Bizler Homo sapienslerin muhtemelen son jenerasyonlarından biriyiz. Bir
ya da iki yüzyıl içinde dünya başka varlıkların hakimiyetine girecek. Bu
yeni varlıklarla bizler arasındaki farklar, bizlerle Neandertallerin
veya şempanzelerin arasındaki farklardan daha büyük olacak. Çünkü
önümüzdeki bir kaç kuşak içinde beden ve beynin nasıl
tasarlanabileceğini öğreneceğiz. 21. yüzyıl ekonomisinin temel ürünleri
tekstil, makinalar veya silahlar değil beden, beyin ve zihin olacak.
Gezegenin gelecekteki efendileri tam olarak neye benzeyecek? Bunu
verilere sahip olanlar belirleyecek. Verilere sahip olanlar sadece
insanlığın geleceğini değil hayatın kendisini de kontrol edecek. Çünkü
bugün veri, dünyadaki en önemli ekonomik varlık. Eski zamanlarda toprak
en önemli varlıktı. Çok miktarda toprak bir kaç kişinin elinde
toplanınca insanlık aristokratlar ve sıradan halk olarak ikiye bölündü.
Modern zamanda, son iki yüzyılda, makinalar toprağın yerine geçti ve en
önemli varlıklar oldular. Çok miktarda makina bir kaç kişinin elinde
toplanınca insanlık sınıflara bölündü; kapitalistler ve proletarya.
Şimdi veri, en önemli varlık olarak makinaların yerine geçiyor ve eğer
çok miktarda veri bir kaç kişinin elinde toplanırsa insanlık, sınıflara
değil, farklı türlere ayrılacak.
Veri neden çok önemli? Çünkü sadece bilgisayarları değil insanları ve
diğer organizmaları hack'leyebilir düzeye geldik. E-postaların, banka
hesaplarının, cep telefonların hack'lenmesi hakkında çok konuşuluyor ama
aslında insanları hack'leme becerisini kazanıyoruz. Bir insanı
hack'lemek için ne gerekiyor? İki şey; oldukça büyük işlem gücü ve
oldukça fazla veri, özellikle biyometrik veri. (Ne satın aldığım ve
nereye gittiğime dair değil vücudum ve beynimin içinde neler olduğuna
dair veriler.)
Bugüne kadar hiç kimse insanlığı hack'lemek için gerekli olan işlem
gücüne ve verilere sahip değildi. Sovyet KGB'si veya İspanyol
engizisyonu sizi her yerde 7/24 takip etmiş, yaptığınız her şeyi
izlemiş, konuştuğunuz her şeyi dinlemiş dahi olsa bedeniniz içinde olan
bitenleri anlamak, ne düşündüğünüzü, nasıl hissettiğinizi, ne
istediğinizi bilmek için gerekli olan işlem gücü ve biyolojik bilgiden
mahrumdu. Eş zamanlı gerçekleşen iki devrim nedeniyle bu durum şimdi
değişiyor. Bir yandan bilgisayar teknolojisindeki ilerlemeler, özellikle
yapay zeka alanındakiler, gerekli işlem gücünü sağlıyor ve diğer
taraftan biyoloji alanında, özellikle beyin ve nörobilim konularındaki
gelişmeler, insanı hack'lemek için gerekli olan biyolojik kavrayışı bize
sunuyor.
Charles Darwin'den bu yana 150 yıllık biyolojik araştırmaları üç kelime
ile özetleyebilirsiniz: Organizmalar birer algoritmadır. Bir virüs, muz
veya insan; tüm organizmalar sadece biyokimyasal algoritmalardır ve bu
algoritmanın şifresini çözmeyi öğreniyoruz. Bu iki devrimin
birleşmesiyle elde edilen şey, insanları hack'leme becerisidir. Bu
birleşmenin belki de en önemli buluşu, beden ve beyindeki biyokimyasal
süreçleri bir bilgisayarın saklayıp analiz edebileceği elektronik
sinyallere dönüştüren biyometrik algılayıcılardır.
Yeteri miktarda biyometrik bilgiye ve bu bilgileri işleme gücüne sahip
olduğunuz anda beni benden daha iyi tanıyacak algoritmalar
yaratabilirsiniz. İnsanlar kendilerini çok iyi tanımıyorlar.
Algoritmalar, insanı daha iyi tanımak için bize bir şans sunuyor. Göz
bebeği hareketlerini, kan basıncını, beyin aktivitesini takip edebilen
bir algoritma size, sizin dahi farkında olmadığınız özelliklerinizle
ilgili bilgi verebilir. Siz böyle bir bilgiyi almak istemeyip bu
algoritmayı kullanmasanız bile Amazon, Ali Baba ve istihbarat
birimlerinin bunu kullanmasına engel olamazsınız. İnternette gezerken,
sosyal medya hesaplarınıza göz atarken algoritma sizin göz
hareketlerinizi, kan basıncınızı, beyninizdeki aktiviteyi izliyor olacak
ve Coca-Cola'ya nasıl size özel bir reklam hazırlayabileceğini
söyleyecek. Bu, siz farkında olmadan gerçekleşecek ve milyarlar
değerinde olacak. Bizi bizden daha iyi anlayan algoritmalar olduğunda
arzularımızı önceden tahmin edebilir, duygularımızı manipüle edebilir,
hatta bizim yerimize kararlar verebilir ve eğer dikkatli olmazsak bunun
sonucu dijital diktatörlük olabilir.
20. yüzyılda demokrasi, genel olarak, diktatörlüğe üstün geldi. Çünkü
demokrasi, veri işleme ve karar alma süreçlerinde daha başarılıydı.
Demokrasi ve diktatörlük ayrımını daha çok ahlaki veya politik açıdan
değerlendiriyoruz ancak bu ikisi aslında bilgiyi işlemeye yönelik farklı
yöntemler. Demokrasi bilgiyi işleme sürecini dağıtılmış bir şekilde
gerçekleştirir; bilgiyi ve karar alma gücünü birçok kurum ve kişiye
arasında dağıtır. Öte yandan diktatörlük bunları tek elde toplar. 20.
yüzyılın teknolojik şartlarında, dağıtılmış veri işleme süreci daha
verimli oldu. Örnek olarak, ABD ekonomisinin Sovyet ekonomisine üstün
gelmesinin en önemli nedenlerinde biri buydu. Ancak 21. yüzyılın
teknolojik şartları bu durumu tersine çevirebilir; teknolojik devrimler
sayesinde, merkezileştirilmiş veri işleme süreci daha verimli hale
gelebilir.
Demokrasi yeni şartlara uyum sağlayamazsa insanlar dijital
diktatörlüklerin kontrolü altında yaşamaya başlayacak. Gittikçe
sofistike hale gelen gözetim/izleme rejimlerinin, sadece otoriter
rejimler değil demokratik hükümetler tarafından da kurulduğunu şimdiden
görüyoruz. Örneğin ABD küresel bir izleme sistemi kuruyor, ülkem İsrail
Batı Şeria'da topyekun bir gözetim rejimi kurmaya çalışıyor.
Ancak verilere hakim olmak elitlere, dijital diktatörlük kurmaktan daha
da radikal şeyler yapma imkanı verebilir. Elitler organizmaları
hack'leme yoluyla yaşamın geleceğini tasarlama gücünü elde edebilir.
Çünkü bir şeyi hack'leyebiliyorsanız, genellikle, onu
tasarlayabilirsiniz demektir. Yaşamı hack'leme ve yeniden tasarlama
konusunda başarılı olursak bu sadece insanlık tarihindeki en büyük
devrim olmayacak, 4 milyar yıl önce başlayan yaşamın en büyük devrimi
olacak.
Hayat oyunun temel kurallarında 4 milyar yıldır köklü bir değişim
olmadı. Dinozorlardan amiplere, domatesten insana tüm canlılar doğal
seçilimin ve organik biyokimyanın kanunlarına tabi oldu. Bu durum şimdi
değişmek üzere. Bilim; doğal seçilim yoluyla ilerleyen evrimin yerine
bilinçli tasarım ile ilerleyen evrimi getiriyor. Bulutlar üzerindeki bir
tanrının değil bizim bilincimizin geliştirdiği bir tasarım. Bilim, 4
milyar yıldır organik bileşenlerle sınırlanan yaşamın, inorganik alana
uzanmasına imkan verebilir. 4 milyar yıldır doğal seçilimle şekillenen
organik yaşamdan sonra, bilinçli tasarımla şekillenen inorganik yaşam
çağına giriyoruz. Bu nedenle verilere kimin sahip olduğu çok önemli.
Buna bir düzenleme getirmezsek küçük bir elit grubu, sadece insanlığın
değil tüm yaşam formlarının kontrolünü ele geçirebilir.
Verilerin mülkiyeti nasıl düzenlenebilir? Toprak mülkiyetinin
düzenlenmesi konusunda on bin yıllık, endüstriyel üretim araçlarının
mülkiyetinin düzenlenmesinde bir kaç yüzyıllık tecrübeye sahibiz ancak
veri mülkiyeti konusunda pek tecrübemiz yok. Veri mülkiyetini düzenleme,
doğası gereği çok daha zor çünkü toprak ve makinalardan farklı olarak
veri, aynı anda hem her yerde hem de hiç bir yerdedir, ışık hızında
hareket edebilir ve onu istediğiniz kadar kopyalayabilirsiniz.
DNA'm, vücudum, beynim, yaşamın hakkındaki veriler bana mı, bir şirkete
mi, hükümete ya da belki bütün olarak insan topluluğuna mı ait? Şu an
verilerin büyük kısmı büyük şirketlerin elinde ve bu durum kimilerini
endişelendiriyor. Verilerin kamulaştırılması bu büyük şirketlerin gücünü
sınırlayabilir ancak dijital diktatörlüklere yol açar. Politikacılar,
ya da bir çoğu diyelim, müzisyenlere benziyorlar ve çaldıkları enstrüman
insanın duygusal ve biyokimyasal sistemi. Bir politikacı bir demeç
verir ve tüm ülkede bir korku dalgası ortaya çıkar, bir politikacı bir
tweet atar ülkede öfke patlaması ve nefrete neden olur. Bu müzisyenlere
en gelişmiş enstrümanı vermenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Evrendeki
yaşamın geleceği konusunda onlara güvenebileceğimizi kesinlikle
sanmıyorum. Birçok politikacı ve hükümet geleceğe dair anlamlı bir
vizyon ortaya koyamıyor, bunun yerine halka nostaljik hayaller
pazarlıyor, geçmişe dönmekten bahsediyor. Bir tarihçi olarak geçmişe
dair iki şey söyleyebilirim: Güllük gülistanlık değildi ve geri
gelmeyecek. Nostaljik hayaller bir çözüm getirmez.
Peki, veriler kimin elinde olmalı? Açıkçası, bilmiyorum. Bu tartışma
yeni başlıyor. Verilere yönelik düzenleme tartışmalarını duyan çoğu
kişinin aklına özel yaşamın gizliliği, alış-veriş, şirketlerin nerede
olduğumuzu veya ne satın aldığımızı bilmesi geliyor. Bu, buzdağının
görünen kısmı. Çok daha önemli şeyler risk altında. Bu konuda tartışma
yeni başladı ve anında cevaplar bulmayı bekleyemeyiz. Bilim
insanlarımızdan, filozoflarımızdan, hukukçularımızdan ve hatta
şairlerimizden, özellikle şairlerimizden, bu soru üzerinde kafa
yormalarını istemeliyiz: Veri mülkiyetini nasıl düzenleriz? Sadece
insanlığın değil yaşamın kendisinin geleceği bu sorunun cevabına bağlı
olabilir.