Yürüyüş Dersi
DERSİMİZ Yürümek
KONUMUZ Şiir ve onun gibi şeyler...
Yürümek, şiirdendir. Dünyaya şiirle geldik, şiirle yürüyelim, şiirle de
gidelim diyedir. Oturan şiir var mıdır, daha doğrusu şiir oturur mu, üç
gün oturur, dördüncü gün yerinde duramaz, hem de durmamalı! Yoksa zaman
durur, yaşam durur, kalp durur dedikleri şey olur, şiir de durur!
Yürümek dedin, bizi de oturduğumuz yerden kaldırdın, şimdi de şiir
diyorsun, bizi yeniden oturtmak mı istiyorsun diye sual edeniniz olursa
ki olur, hele bi yürüyelim derim. Yürüyelim ki şiiri görelim, görüş
biliş olalım, birbirimizi tanıyalım, duyalım, dokunalım. Dokunaklım
benim diyelim, okunaklım der gibi.
Yürümek de şiir gibi hem her
şeydir hem de hiçbir şey. Her şeyle hiçbir şeyi buluşturan da aynı şey
olmaları değil midir? Her şeyin boşluğu ile hiçbir şeyin yokluğu. Bazen
bir olanak, bazen bir hiçlik duygusu. Uzun ince bir şiir üzerinde iki
kapılı bir handa ve zamanın tahtında ağır, rahvan, tırıs, dörtnala...
Şiir, varlığın ağırlığından kurtulmak değil midir bir
bakıma, fazlalıkları atmak, alabildiğine yalınlaşmak, yeğin olmak,
sadeleşmek, fazla sözden arınmak! İnsan da fazla yükten kurtulmak
isteyendir, dünyaya gelişinde olduğu gibi yolculuğu da, azala azala
zenginleşmek için yapar ve kendisine ait ne kadar az, başkalarına dair
ne kadar çok şeyi olursa, dünyayı o kadar yürümüş olur. Kendimizi
azaltarak başkalarını ve başkalarında çoğalmak, çoğaltmak isteği belki
de insanın hep yazmak isteyip de ulaşamadığı şiirdir, olabilir.
Şiir sırlıdır ama bu anlamda mistik bir ağırlık yükleyemeyiz ona, şiir
olanaksızdır diyemeyiz, insanı yola çıkaran, yürüten, onun azalarak
zenginleşmesini sağlayan ve yükünü azaltan bir olanaktır şiir. Belki de
insana omuz verir, ona yolculuğunda bir dayanak olur, gözü kulağı da
olur, eli ayağı da olur, ayağa kaldırıp yürütür.
‘Hareket
etmeyenler zincirlerini fark edemez!’ denilebilir, denilmelidir de,
varlığın eylem olduğuna inanıyorum çünkü bir tür ‘tabula rasa’ gibi olan
varlık dolmaya, oluşmaya, anlam kazanmaya eylemle başlar, eyleyerek.
Evrim gibi bir süreç. Nâzım Hikmet’in ağır bir uykudan uyanma biçiminde
tanımladığı gibi de düşünülebilir, evet “ve gökyüzü/ve sahra/ve mavi
okyanus/ve kederli nehir yollarının/ sürülmüş toprağın ve nehirlerin
bahtı/bir şafak vakti değişmiş olur/bir şafak vakti karanlığın
kenarından /onlar ağır ellerini toprağa basıp/doğruldukları zaman”
diyordu Kuvayı Milliye Destanı’nda. İnsanın uyanması, aydınlanması,
dünyaya doğrulmasıysa, şiir de açıklığa, sonsuzluğa doğru bir
harekettir, yürüyüştür.
Peki, yürüyüşü bunca süslemeye gerek
var mı? Yok, şiirmiş de, yok varlığa anlam katmakmış da, yok olanakmış
da yok daha bilmem neler... Evet şiirde eskiden yeniye çokça söylenir,
yazılır, “özü öze bağlayalım/sular gibi çağlayalım/bir yürüyüş
eyleyelim” diyen Pir Sultan Abdal da, suya komşu kılar yürüyüşü, suyun
kıyısı diyerek. Yürüyüşü başlatan şiir değildir, şiiri başlatan
yürüyüştür. Varlığın kendini şiire bırakma hali. Saltruh değil tümbeden
olarak da şiirdir yürüyüş.
Şiir yürür, felsefe yürür, rüzgâr
yürür, zaman yürür, akıl yürür, aşk yürür, kediler köpekler yürür, güneş
yürür, ay yürür, yıldızlar, sular yürür, sözcükler yürür, harfler
yürür, kitap yürür, dil yürür, matematik yürür, fizik yürür, coğrafya
yürür, ağaçlar yürür, ses yürür, ruh yürür, beden yürür ve varlık yürür.
Dersimiz yürümek diye başlayınca, ardından yeryüzünde ne varsa
sıralanıyor, her şey o ‘yekpare geniş anın muazzam akışı’na bırakıyor
kendini, yürümeye. Yürümek eylemektir vesselam, kendini kendindeki terk
edilmişliğe, uyuşukluğa, korkuya, sende bin yaşayan yılana, yalana karşı
çıkmaya yüreklendirmektir. Hatta ‘yürü be kim tutar seni!’ diye kendini
kendine karşı da kışkırtmaktır ki, gereklidir, şarttır! Hem ne gam,
yürüdükten sonra ister şiir olmuş ister olmamış, varlığın ayaklanmış!
ANA DÜŞÜNCE Yürürsen şiir olur!
YARDIMCI KİTAP Yol Aşkı-Yürümenin Tarihi, Rebecca Solnit, çev: Elvan Kıvılcım, Encore Y., 2016 (yeni baskısı ‘ivedilikle’ bekleniyor!)
Sağlık Dersi
DERSİMİZ Sağlık
KONUMUZ Can güvenliği
Müfredattaki sağlık derslerinin içeriğinde neler var bilmiyorum, ama
herhalde hekimlerin Hipokrat Yemini vardır, olmazsa olur mu, olmaz!
Hipokrat Antik Çağ’da yaşamış ve batı tıbbının kurucusu kabul edilen bir
hekim, ‘her koşulda her insanın sağlığı için çalışacağı’na onuru
üzerine yemin ediyor ki hekimliği de kutsal kılan bu değil mi zaten?
Kutsal olduğu kadar da onurlu bir iş.
Sağlık dersi de acaba
‘her şeyin başı sağlık’ sözüyle mi açılıyor her seferinde, sağlıkla
ilgili kadim sözler, kültürel ifadeler kullanılıyor mu? Her işin, her
şeyin başının sağlık olduğunu yazmaya bile gerek yok. Edip Cansever’in
“İnsan yaşıyorken özgürdür” dizesi yeterli.
Sonra başka güzel
cümlelerimiz, deyimlerimiz de var, ‘sağlık olsun’ diyoruz. Bir tür
‘geçmiş olsun, üzülme, canını sıkma’, daha da iyisi ‘bu da geçer!’
anlamında. Sonra da ekliyoruz ‘önemli olan cana gelmesin, mal ne olacak,
yine olur, kazanılır’. Tamam, ‘mal, canın yongasıdır’ diye de bir şey
var ama can olmadıktan sonra mal neyin yongası? ‘Elle gelen düğün
bayram’ deyimi bile, giden mal olsun, can olmasın anlamına gelmiyor mu
biraz?
Sağlığını düşünen, koruyanlar yanında o kadar dikkat
etmeyenler de var, çoğun yoksulluktan, sağlık hizmetlerine yeterince
ulaşamamaktan, bazıları ‘bana bir şey olmaz’ kafasından, bazıları da ki
pek fazla olduğunu sanmıyorum böyle düşünenlerin, ‘üç günlük dünya,
keyfimden kısmam!’ deyip sağlığından, canından kısanlardan. Tam da
burada söylenecek, çok kısa, çok basit ama çok doğru bir şey daha var:
Can tatlı!
Can tatlı, öyleyse ona iyi bakmalı, sağlığını
korumalı, güvenliğini sağlamalı, değil mi? Kapitalist sistemde, eğitim
eşitsizliği, fırsat eşitsizliği varken sağlıkta eşitlik mümkün mü?
Değil!
Sağlık işte, canlıların en önemli hakkı, yaşama, nefes
alma, çalışma, eğlenme, dinlenme için her şeyden önce gelen ve su gibi,
hava gibi vazgeçilmez olmasının yanı sıra, insanların kolayca, çabucak
ve her istediğinde ulaşabilmesinin gerekli olduğu hak. Öyle bir hak ki
insanın özgürce yaşamasını sağlayacak!
Fakat insan sağlığı
kadar toplum sağlığı da önemli ve ciddi bir şey. Hangisi hangisini
belirliyor derseniz, ikisi de birbirinin güvencesi hiç kuşkusuz.
Toplumsal sağlık, yani bir ülkenin ruh sağlığı iyi değilse, kafası
bozuksa, psikolojik, sosyolojik pek çok rahatsızlığı var ve bunları
çözmek için bir çaba, bundan da önce bir istek yoksa, daha da doğrusu
toplumun çoğunluğundan önce kimi toplulukların, özel çıkar gruplarının
varoluşu ve varkalışı önemsenip, toplumun aleyhine onlara öncelik
veriliyorsa zaten durum kaotik ve bundan çıkış da nerdeyse yok ya da
mucize kabilinden demektir.
Öğrencisin, ama öğretmenin sana
yetersiz geliyor ya da kırık not veriyor diye, onun yolunu kesiyor,
tehdit ediyor, korkutuyorsun. Hekimden daha iyi bildiğin için de onun
tanısını ya da sağaltım yollarını beğenmiyorsun, seni hemen
iyileştiremiyor ya da bir yakının ameliyattan çıkamıyor, enfeksiyon
nedeniyle yaşamını yitiriyor, ama sen hekimin de tanrı olmayıp bir insan
olduğunu unutuyor ve ona saldırarak, yaralayıp öldürerek öcünü
alıyorsun!
Sağlık herkese lazım, en başta da devlete lazım ki
hakça, eşitlik içinde tüm yurttaşların akıl, ruh, beden sağlıkları için
daha çok uğraş versin, çabalasın ve sağlıklı yaşama bilincini
yaygınlaştırsın. Ama en başta yöneticiler, muktedirler hekimleri, sağlık
çalışanlarını ötekileştirip düşmanlaştırırsa, onları kovarsa, ayrıca
kimin memleketinden kimi kovuyorsun, hop, hurafelerle, cinci hocalarla,
muskalarla şifa aranacak günler yakındır, belki de çoktan gelmiş
demektir!
ANA DÜŞÜNCE Bir ülke her şeyden önce sağlıklı düşünemiyorsa, hasta demektir!
YARDIMCI KİTAP Metafor Olarak Hastalık, Susan Sontag, çev: Osman Akınhay, Can Y. 2015
Kaynak: https://www.birgun.net/haber/yardimci-ders-kitabi-101-yurumek-varligin-ayaklanmasidir-394993