Verdi ve Edith Piaf, İlber Ortaylı

Ekim müzik dünyasının iki yıldızından birinin doğum diğerinin ölüm ayıdır. Doğan operanın büyük ismi Verdi, ölen ise Edith Piaf’tı.

Yıldızlar doğar ve batar; aslında hep aynı yerdedirler ve hep parlarlar. 1813’ün
10 Ekim’inde Parma şehri Guiseppe Verdi’nin doğumunu selamladı. Parma, Modena, Picenza 19’uncu asırda Avusturya İtalya’sı diye bilinir. Viyana Kongresi buraları Avusturya’ya bırakmıştı. Doğrusu ahalisi de iki taraflıydı. İtalyanlar herkesi kendine benzetir; Avusturyalıları bilhassa benzetmişlerdi. Bu yönetimle her sınıftan uyum içinde olan halk vardı, bir kısmı da o kadar yerel düşünmüyordu.
Ta Sicilya’dan Alpler’e kadar İtalyanca konuşan ve düşünen insanların bir uygarlığın adamı olduklarını biliyorlardı ve Birleşik İtalya taraftarıydılar.
Guiseppe Verdi ileride onların sözcüsü olacaktır ve isminin baş harflerinden dolayı da ileride Vittorio Emanuele Re d’Italia=Verdi diye haykırılacaktır. Kendisiyle aynı yıl doğan Wagner’den çok farklı bir opera anlayışı vardı. Fakat bu bazılarının küçümsediği gibi değil; ne Wagner ne Verdi birbiriyle mukayese edilebilir.
İtalyan Bellcanto geleneğinden geliyordu ama İtalyan operasının seçkin bir sanat olması onun sayesinde oldu. Realist janra geçti. “La Traviata” bunun en tipik örneğidir. “Hernani” -ki İspanya tarihi üzerinde bir konuydu- ve romantik İtalyan geleneğini canlandıran “I Lombardi” gibi metinler onun librettosunu oluşturmaya başladı.
Verdi operalarının asıl yorumu Arthuro Toscanini gibi hatta daha yakın zaman şeflerin elinde asıl değerini buldu. Onun uvertürü tıpkı “la forza del Destino”da olduğu gibi günümüz sinemasının vazgeçilmez fon müziği oluyor. İtalyanlar hatta İsrail “Nabucco” operasındaki ünlü Babil kölelerinin ezgisini yani “Hürriyet Marşı” olarak bilinen parçayı milli marş yapmak için örtülü  bir rekabet içindeler. Verdi ve İtalyan operası Türkiye’yi çok etkilemiştir. Türkiye 19’uncu asırdan beri bu operayı tanıyor.

Aşklarıyla ve şarkılarıyla dünyayı etkiledi

Yarım yüzyıl evvel 11 Ekim 1963’te Edith Piaf öldü. Edith Gassion olarak doğmuştu. Doğumundan itibaren kendi haline bırakılan çocuklardandı. Parisliydi. Bugün artık kaybolmaya yüz tutan sınıfın kültürü içinde büyümüştü. O tip bir müzik ve sokaklarda işçi halklardan çiftlerin yaptığı o tip danslar bugün görülemez.
Edith Piaf kaybolup giden yeteneklerden biri olabilirdi. Bir “cafe chantant” sahibi elinden tuttu. Alkol ve uyuşturucuya alıştığı malum ama Fransa proletaryasına has kendini dik tutan yanları da vardı. Yves Montand’a gelene kadar Jean Cocteau, Maurice Chevalier, Jacques Borgeat hepsi ona katkıda bulundu. Arjantin’in ünlü halk şarkıcısı Hector Roberto Cavero da bu listedeydi. Aşklarıyla ve şarkılarıyla sadece Fransa’yı değil dünyayı etkiledi.
Edith Piaf bir düzine şair, edip, tiyatrocu ve müzisyen arasında Fransa’ya son klasik çağını yaşatanlardandır. Hepimizin dinlemekten bıkmadığımız “Non, je ne regrette rien / Hayır asla pişman değilim”, “Allez, venez Milord”, “Padam, padam, padam” bunlardan bazıları. Artık kaybolan Fransa’nın sokak kültürü onunla son beynelmilel çıkışını yapmış gibi görünüyor. Folklor ne olursa olsun her zaman gümrah bir kaynaktır; el verir ki onu değerlendirecek ve işleyecek dâhilerin elinde bulunsun. Edith Piaf’ı bizde en iyi tanıtan tiyatro sanatçısı Gülriz Sururi oldu.



Arşiv