“Ipsa scientia potestas est”
Francis Bacon, “bilgi güçtür” sözüyle kendi idealini kurduğu dünyasında bilgiden, siyasi iktidarda bulunması gereken bir nitelik gibi bahsetmemiştir sadece. Başsavcılıktan, baş yargıçlığa hızla yükselen siyasi kariyerinde edindiği deneyimler de bu sözün edilmesinde etkilidir. Muhtemeldir ki çevresi, bildiklerini çok sevdikleri Kraliçelerinin yararına kullanmak isteyecek insanlarla doludur.
Aslında her şeyi bilen bir kral (yönetim) fikri, 16.yüzyıldan çok daha önceleri atılmış bir fikirdi. Siyasal iktidarını sadece askeri gücünden, “iyi” ve “adil” yönetiminden değil, “bilen” kişi olma durumundan da alacak yöneticilerin konumu Eski Yunan’dan günümüze farklılık göstererek evrilse de, filozof-kral fikrine bir de iktidarla ilişki boyutundan bakmak gerekir.
İktidarın pekiştirilmesinin ya da iktidarın yaratılmasının bir aracı olarak düşünüldüğünde bilgi, sahip olunmak ve olunmamak üzerinden iki zıt durum yaratır. Aslında bu yaratılan zıt durum mülkiyet ilişkisinde olduğu gibi, iki taraftan birinin gönüllü olmadığı ilişki tarzına dayanır. Bilginin mülkiyetini edinmiş olan taraf, bu bilgiyi bilgiye sahip olmayanla paylaşmaz. Çünkü bu sahiplik durumu sosyal, ekonomik ve siyasi statü yaratır.
Bu noktadan bakıldığında, devletler aynı zamanda bilgiyi tekeline almış kurumlardır. Bu bilginin ne kadarının, nasıl halka verileceği, devletin bilgi sahibi olan konumunun korunması ve bu bilgilerin siyasi ve ekonomik çıkarlar üzerinden kullanılabilmesi açısından önemlidir. Belli bir alanda bilinebilecek gerçeklerin üzerinde söz sahibi olan devlet, bilimsel ve teknolojik gelişmeler sayesinde, istediğini bilebilme ve istediğinden bilgiyi saklayabilme niteliğini fazlasıyla geliştirmiştir.
Bu bilgiye ulaşma noktasında, devletlerin oluşturduğu kurumların başında istihbarat teşkilatları gelir. Bu teşkilatların amacı, dış politika, ulusal güvenlik, savunma gibi kalemlerde devletlerin istedikleri bilgiyi toplamalarına ve analiz etmelerine yardımcı olur. Bu bilgi toplama araçları, casusluk, iletişimi dinleme ve şifrelenmiş bilgilerin şifresiz hale getirilmesidir. İstihbarat teşkilatları, kendi devletlerinin çıkarlarıyla ilgili olarak, suikast, silah ticareti, darbe girişimleri, yanlış bilgilendirme ve benzeri faaliyetlerde bulunurlar.
İstihbarat teşkilatlarının, devletler arası barış dönemlerinde nasıl bir rol oynadığını, Soğuk Savaş döneminden biliyoruz. İstihbarat teşkilatları, savaşsızlık dönemi ordularıdır. “Karşı” tarafla ilgili bilgiyi edinerek, sadece karşı taraftan haberdar olmaz; bu bilgiden yola çıkıp karşı tarafın zaaflarını bulur. Bu, “savaşın” kazanılmasında önemlidir.
Modern devletler için bu bilgi edimi, sadece düşman görülen devletlere karşı kullanılan bir durum değildir. Devlet, bu bilgi edimini kendi siyasi sınırları içinde, kendi vatandaşlarına karşı da kullanır. Telefon dinlemeleri, MOBESE takipleri, internet takipleri, kredi kartı kullanımı izlemeleri vb. Kişilerin bilgilerini edinmek için başvurulan bu yöntemler, sadece devletlerin tehdit hissettikleri dönemlerdeki uygulamalar değildir. Modern devlet sürekli bir tehdit altındadır. Siyasal meşruiyet yitimi, bu sürekli tehdidin temelidir. Bu meşruiyet ortadan kaybolduğu anda, devlet iktidarının varlığı tehlikeye girer. Bu sebeple “piyasa”da dolaşan bütün bilgilerin kontrolü devletin denetiminde, dolaşmayanları da devletin bilgi depolarındadır.
Sızıntıların Siyasi Etkisi
Julian Assange, Wikileaks’le ortaya çıktığında dünyanın gündemine oturmuştu. Bu bilgi depolarından “çaldığı” bilgileri (ya da başkalarının “çaldığı” bilgileri) toparlayarak herkesin kullanımına açtı. Saklanan bilgilerin bu şekilde açığa çıkması, özellikle devletlerin ilgili istihbarat kurumlarını rahatsız etmiş gibi görünüyordu.
Julian Asssange gittikçe önemli siyasi bir figür haline gelirken, eski NSA (Ulusal Güvenlik Dairesi) çalışanı Edward Snowden birden çıktı ortaya. The Guardian gazetesinden Glen Greenwald’a verdiği bilgiler, bir anda Snowden’i gündeme oturttu. ABD’nin, AB üyesi devletlerin (hem de üst düzey siyasi kurumların) telefon konuşmalarını dinlediği, yine aynı şekilde internet üzerinden iletişim takibi yaptığı bilgilerini The Guardian’a anlatınca, birçok yerden açıklama geldi. ABD’nin yaptığı bu takip, olabildiğince eleştirildi, Soğuk Savaş dönemi düşmanların birbirine yaptığı ile benzetildi.
Bu sırada, Edward Snowden siyasi bir kriz haline dönüştü. ABD pasaportu iptal edilen Snowden, siyasi sığınmacı olmak için 21 devlete başvurdu. Bir yanda Moskova’daki Şeremetyevo Havaalanı transit yolcu bölgesinde kalan Snowden’in iadesi için ısrarcı olan ABD; bir yanda siyasi sığınma hakkının verileceğini söyleyen Nikaragua, Venezüella, Bolivya; öte yanda siyasi sığınma hakkını vermeyi çok istemeyen ama ABD’ye Snowden’i iade etmeyi de istemeyen Rusya… Snowden şimdiden çok bilinmeyenli bir denklemin parçası haline gelmiş durumda.
Modern Parrhesiastes’ler mi?
Parrhesia, her şeyi konuşmak anlamında kullanılan Yunanca bir sözcük. Özgürce konuşmayı, gerçeği söylemeyi ifade eden bir kavram. Bireyin ifade özgürlüğünü belirtmekten çok, toplumun yararı için gerçeği söylemeye zorunlu olmak anlamında daha fazla kullanılan bir kavram. Hatta belki de, “Gerçeği söyleme sanatı” diye ifade edebiliriz. Öldürüleceğini bile bile gerçekleri söylemekte ısrar eden Sokrates’i nitelemek için kullanılan “parrhesiastes”( gerçeği söyleyen) kavramıyla ilintilidir bu kavram.
Gerçekleri söylediklerinden dolayı cezalara çarptırılan birçok insanın tarihidir aynı zamanda insanlık tarihi. Yani her çağda, parrhesiastes’ler ortaya çıkmıştır. Assange, Manning, Snowden de belki yaşadığımız çağın “gerçeklerini söyleyen”leridir. Karşılaşacakları zorlukları göz önüne alıp, gerçekleri söylemekte ısrar edenler…
Ancak parrhesiastes’ler sadece gerçekleri söylemez, buna göre yaşarlar. Kişisel çıkarlarıyla uyumlu olamayan anlarda dahi gerçekleri söylemek durumunda olduğundan yaşamları risk altındadır. Gerçekleri söylediklerinden dolayı, beklenti içinde değillerdir. Gerçekleri söylerler, çünkü söylemeleri gerektiğine inanırlar.
Snowden gibi kişilerin durumunu “parrhesia” kavramıyla kıyaslamak birkaç nedenden dolayı önem taşıyor. Bunlardan ilki, Snowden’in belirttiği gibi “İnsanların, kendileri hakkında yapılanları bilmeye hakkı var.” sözünün samimiyeti ile ilgili. Snowden, ABD’nin istihbarat kurumlarında çalışan bir ajan. ABD’nin ezeli düşmanı konumundaki devletlerin Snowden’e siyasi sığınma hakkı vereceğine ilişkin açıklamalarının sebebi bu. Snowden de bu durumdan yeterli siyasi ilgiyi kazanmışa benziyor.
Öte yandan, açığa çıkan bilgilerin, medyada ses getirmesi ve birkaç üst düzey siyasetçinin durum hakkında değerlendirmesinin ötesinde nasıl bir sonuç ortaya çıkardığı ise belirsiz. NSA gibi bir kuruluşun farklı ülkelerde telefon dinlemeleri ve internet kullanımı takipleri yaptığı bilgisinin açığa çıkmış olması, bilgi tekelini elinde bulunduran devletlerin bu niteliğinde nasıl bir değişiklik yaratacak? Ya da böyle durumların ortaya çıkması, devlet istihbaratlarının yaptıklarını bu kadar göz önünde vererek normalleştiriyor mu? Faal halde bulunan istihbarat kuruluşlarının sayısı bugün 150’nin üstünde. Açığa çıkan bilginin, bilgi depolarındakinin kaçta kaçı olduğunu kimse bilmiyor. Bilinen şey, bilimsel ve teknolojik ilerlemeler, bu bilgilerin daha hızlı bir şekilde toplanmasına ve kullanılmasına hizmet ediyor. Yani devletler bilgi tekelinde olma durumunu koruyabiliyor. İstihbarat kurumları için, işleyiş esnasında ortaya çıkacak (Snowden örneğinde olduğu gibi) olumsuz durumlar, istihbarat sisteminin işleyişinden çok istihbaratlar arası bilgi yarışını hızlandırmaya yardım ediyor. Ve bu yarışın normalleşmesine…
Özlem Arkun
ozlema@meydangazetesi.org
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.
http:/meydangazetesi.org/gundem/2013/08/dun-ajan-bugun-kahraman-ispiyonman-ozlem-arkun/