Dünyaya gelişimle ilgili hiçbir şey anımsamıyorum. Gök, her zamanki gök, evler, sokaklar, çarşılar her zamanki evler. sokaklar. çarşılar olacak. Başka türlü olsaydı anımsardım, diyorum. Belki de bakmak. görmek. işitmek beni bugünkü gibi ilgilendirmiyordu. Kim bilir? Dünyaya gelmiş olmak. Bir bunu bilmek bana yetiyordu. Dünyaya gelen her şey de böyle olmalıydı. Her şey:
- DÜNYADAYIZ!
diyorlardı ve benim gibi başka bir şey bilmek istemiyorlardı.
Dünyaya gelişimle ilgili anımsadığım tek şey evimiz. Dünyaya gelmek diye bir onu biliyorum. Sanki ben bu dünyaya gelmedim de, kendimi: evimizde oynarken buldum! Usumda başka hiç bir şey yok! Dünya dediğimiz insanlar, hayvanlar, bitkiler, kentler değil de, yalnız bir ev.
Bunun için sanki çocukluğum olmamıştır benim.
Bunu böyle istemiş olabilir miyim? Sanmıyorum. Çocukluğunu, böyle bir şey olmuşsa, bunu kim bilmek, anımsamak istemez? Çocukluk gibi güzel bir şey olmuş mudur bu dünyada? Yani bu dünyayı kendi malın gibi bilmek, onu öyle kullanmak, onda evinin bahçesinde dolaşırmış gibi dolaşmak, uyumak, uyanmak, oynamak. istediğin zaman önu bırakmak, istediğin zaman yine oraya dönmek. Böyle bir dünyanın olmasını kim istemez? Kim böyle bir dünya yok diyebilir? Ama bunu ben diyorum işte. Peki, ya çocukluk nedir ki de ben böyle diyorum? Çocukluğunu yaşamış olanlarla benim aramdaki ayrım nedir? Öyle sanıyorum ki benim çocukluğum olmadı derken, babamı, bir onu düşünüyorum da böyle diyorum. Aslında benim «Babam olmadı, ben baba nedir bilmiyorum» demek yerine, «Çocukluğum olmadı benim,» diyorum. Nedir çocuklukta anımsanan hem? Baba, ana, kardeşler, arkadaşlar değil mi? Ama en çok da baba olmalı. Çocukluk asıl babayla başlıyor diyeceğim. Babamı düşününce, ondan pek bir şey anımsamıyorum, işte bunun için de benim çocukluğum olmadı diyorum. Onu, doğduğum, oturduğumuz evde hiç görmedim. Onunla hiç oynamadım. Kimi bayramlar dışında, onunla hiç. el ele yürümedik. Bunu bile söylemem zor. Beni hiç dövmüş olabilir mi? Bilmiyorum. Hiç sevdi mi? Onu da bilmiyorum. Elinin yanağımın üstünde hiç bir anısı yok. Onunla bir deniz kıyısına, kıra, dağlara çıkmadık. Gökyüzüne birlikte hiç bakmadık. Nasıl kızar, neye kızar, neye sevinir? bilmiyorum. O benim salt bayramları gördüğüm, elini öptüğüm, bana, yine yalnız bayramları esvaplar alan birisiydi. O kadar. Babam ben doğunca çekip gitmiş, bir daha da eve ayak basmamıştı. Bir yeniyetmeyken öldüğünü öğrenince de hiçbir şey duymadım. Bugün mezarı nerdedir? Onu da bilmiyorum. Merak da etmiyorum.
Bütün bunları bilmeyişime de şaşmamak elde değil. Çocukluk nasıl unutulur? Nasıl yadsınır? İşte bunları düşünüyorum da belki de ben çocukken daha belleğim oluşmamış, kurulmamış, gelişmemişti diyorum. Böylece de bütün bir çocukluk çağı kapalı bir sandık gibi bir kıyıya atılmış ve hiç açılmamıştı. Sonra da bir gün bu sandık düşünüldüğünde, artık bu dünyada yeri olmadığı da anlaşılmış ve daha bir kıyılara atılmıştı. Bu dünyanın ucundan hiç tutmadığı için de, ona yabancılaşmış ve sonunda o da kendini silip atmıştı.
Böyle olmalı.
İlhan Berk - BİR UZUN ADAM
Kendim Üzerine Bir Kalem Denemesi