Eğer bu ülkenin başbakanı, Dolmabahçe’deki ofisinde oturup memleket meselelerini çözmek yerine vapurdan inen kadınların kıyafetlerine kafa yoruyorsa, benim için “Her yer Gezi Parkı, her yer direniş.”
Bu hikâyede en çok da şiarları “özgürlük” olan liberaller sıkıyor insanın canını. İçinde “laiklik”, “kemalizm”, “darbe”, “vesayet” geçmeyen cümleler kurmakta zorlanan kesim. Polis savunmasız gençler üzerine yüzlerce gaz bombası yağdırır, onları tazyikli kanalizasyon suyuyla havada takla attırıp yere çarparken sırça köşklerinde, “Ergenekoncuların olduğu yere gitmem” diyebilen kitle. Hükümeti kayıtsız şartsız destekleme alışkanlıklarıyla gözlüklerine siyah bantlar çeken, sokaklara taşan öfkenin nedenini dillendirmemeyi tercih edenler.
Bu öfkenin nedeni, Başbakan Erdoğan’ın sırf ağaçlara sarıldılar, bir parkta çadır kurdular diye gencecik çocuklara vahşice saldırmasıydı oysa. İki gün üst üste şafak sökerken çadırlarını yakması, itfaiye söndürdükten sonra tekrar yakması, bir metre mesafeden üstlerine gaz sıkması, canlarına kastetmesiydi. Olan, her gün giderek artan vicdansızlığa, zorbalığa duyulan öfkenin dışavurumuydu.
Fakat liberaller, Gezi Parkı’na gidip resmigeçit yapan BDP’li grubu ellerinde kırmızı beyaz bayraklarla alkışlayanları görmek yerine, o bayraklara televizyon karşısında dudak bükmeyi tercih ettiler. Birbirinden zerre kadar hazzetmeyen grupların yan yana gelip, “Kendine gel Başbakan” dediğine kulak tıkayıp “bu işin arkasında bir oyun” arama yoluna gittiler. Erdoğan kendini, kendine oy verenlerin başbakanı olarak gördükçe, sokaklara dökülen yüzbinlerce insana “çapulcu” demeye devam ettikçe insanların evlerine girmeyeceğini anlamadılar.
Sokaklardaki siviller tek vitrin kırmadıysa, provokatör polislerin kırdığı vitrinlerden içeri girmediyse, birbirine düşmediyse, “Yine gelirim, yine gelirim” dediyse ve hep geldiyse artık bunun ardında bir “oyun” arayamazsınız.
İktidarın, muktedirin, işi bedeli mukabili şiddet uygulamak olan kolluğun vicdanı fazla sorgulanmaz böyle zamanlarda. Ama sivilleşmeyi, demokratikleşmeyi dilinden düşürmeyen, neredeyse kafa kâğıdına “sivil”, “demokrat” yazanlardan vicdanlarının sesine kulak vermeleri beklenir. “Evlerinize dönün” tehdidini savuran bir valinin ağzıyla konuşmaları değil.
Şimdi “Evlerinize dönün” deme zamanı değil. Herkesin birbirini anlama zamanı. Bir “ulusalcı” için devletin anadilini konuşmayı yasaklayıp, öğretmediği bir dili konuşmaya zorladığı Kürtleri anlama zamanı. Bir liberalin, “kemalist”in korkularını anlama zamanı. Bir “kemalist”in bu cumhuriyetin her kesimi kucaklamadığını, PKK’yi ve Tayyip Erdoğan'ı yaratanın da bu olduğunu anlama zamanı.
Alışkanlık barikatlarının arkasından konuşma zamanı değil şimdi. Meydana çıkma zamanı. Sadece vicdanının sesine kulak verip görmezden geldiğini görme, duymazdan geldiğini dinleme, ezber bozma zamanı.
Gezi Parkı zemininde kendini gösteren bütün korkuları anlama zamanı.
Eğer bu ülkenin başbakanı, Dolmabahçe’deki ofisinde oturup memleket meselelerini çözmek yerine vapurdan inen kadınların kıyafetlerine kafa yoruyorsa, benim için “Her yer Gezi Parkı, her yer direniş.”
Yüzüme gaz kapsülü isabet edebilir, gözüm çıkabilir, kolum, kulağım kopabilir, coplanabilir, hatta kimvurduya gidebilirim.
Artık fark etmez.
Dün nasıl çoğalacağıma karışan Başbakan, bugün neyi ne zaman içeceğime karar veriyor, üzerimdeki elbiseye dil uzatıyorsa, bir kadın olarak benim için kaybedecek hiçbir şey kalmamıştır.
Şimdilik mahiyeti belli olmayan bir “referandum ihtimali”ni telaffuz etmesi kendi açısından büyük bir geri adım olabilir. Gezi Parkı şimdilik tecavüzden kurtulmuş olabilir. Herkes evine dönebilir.
“Sağduyu”suyla beraber “vicdan”ı ve biraz “öngörü”sü olan herkes bilmelidir ki, hadise bir parktan ibaret değildir.
İşte bu yüzden diyoruz ya: “Her yer Gezi Parkı, her yer direniş.”
Bu kadar!