Bir kentin parkına sahip çıkma, çevre bilinci yanında, kentlilik bilincinin gelişmişliğini gösterir. Taksim Gezi Parkı direnişini yapan gençler üzerinde yapılan anket neticesinde, bu direnişin entelektüel potansiyelinin ağırlığını görebiliyoruz. Çevre bilinci sürdürülebilir yaşamın temel taşıdır. Devraldığımız doğanın, gelecek kuşaklara bozulmadan devri konusu 21. Yüzyılın en önemli bilinçlenme hareketidir. Aynı zamanda “insani sorumluluk”tur. Kentlilik kültürü, çevre bilincini en yoğun olarak kendisinde barındırır. Bugün bir kent kültüründen bahsediyorsak sadece geçmişte yaşayan olguları devam ettirmek değil, bugünün uluslar arası normlarda, çevre korumacılığını ve yaşam kalitesini de anlamlandırma, geçmiş yanlışlardan arınma gibi etik değerleri benimseme demektir.
Türkiye politik yaşamında , çevre en az yere sahiptir, ciddi sonuçlar alacak planlar ve söylemler beklemek hayaldir. Tarihsel değerlere “birkaç çanak çömlek” yıllanmış ağaçlara “birkaç ağaç” diye bakılması Türkiye içinde artık yadırganmaktadır. Bu söylemin vahameti, gelecekte söyleyenler tarafından daha iyi anlaşılacaktır.
Turizmde hoyratça katledilen bazı çevre olaylarına, Hasankeyf’e, Allianoi’ye, olur olmaz yerlerdeki HES’lere kaç turizmci ses çıkardı, kaç turizm örgütü çevrenin turizmin sürdürülebilirliği için birinci şart olduğunu haykırdı ve karşı çıktı? Çevre duyarlılığı konusunda turizmciler, üç maymunu oynamayı artık bırakmalıdırlar. Çevreyi görmeli, duymalı ve bilmelidirler.
Ülkemizin imajı konusunda hep yakınıyoruz. Olumsuz imajımızın nedenlerini hep komplo teorileriyle açıklamaya çalışıyoruz. Sürekli “dış mihrak”ların etkisinden söz ediyoruz. Oysa dışımızdaki dünyada, Taksim Gezi Parkı direnişinin, zihinlerdeki çağrışımlarını düşünelim. Bu olaydaki sembolik anlam sadece çevre koruması için demokratik protestodur.
Batıda en doğal hak olan bu eylemin Türkiye’de uğradığı baskı, sadece devletin orantısız gücü değildir. Aynı zamanda bu haklı direnişe destek vermek isteyen ama antidemokratik protestolar ve şiddete baş vuran siyasal ve ideolojik gruplardır. Bütününe bakıldığında görülen resim ise çevre karşısında da duyarsız, özgürlükleri engelleyen ve baskıcı bir devlet yapısı…
Bu olumsuz ülke imajı, Türkiye’nin turizm ürününe korkunç zarar verecektir. Uluslar arası pazardaki rekabet avantajımızı hızla kaybetmemize neden olacaktır. Türkiye’nin siyasal saygınlığına verdiği zarar elli küsur yıldır kapısında beklediğimiz Avrupa Birliği Parlamento’sundan gelen tepki ile zaten ortadadır.
Son on yıldır Türkiye’nin bir değişim sürecine girdiğini kabul eden dış dünya, olumlu gelişen imajımızın birden düşmesini kabul edemez. Ortadoğu’nun tek laik ve batı normlarında demokrasi özlemi içinde olan bir ülkeye sadece hatırlatmalarda bulunmak Avrupa Birliğinin suçu değil, bu çizgiden uzaklaşan bizim suçumuzdur.
1965 de Schooler ve 1970 de Nagashima “ülke imajı” konusundaki çalışmalar hizmet sektörü olan TURİZMin dışında kalmıştır. Bugün dünyada bir” barış hareketi” olan turizmin ülke imajından ne kadar etkilendiğini görüyoruz. Çevre ve özgürlüklerin korunması konusundaki en küçük şüphe dışımızdaki dünya tarafından çok hassas değerlendirilmektedir.
Bir çok sanatçı heyetini , makamında kabul eden Başbakan ile turizmde çevre ve özgürlüklerin, olumlu ülke imajı için ne denli önemli olduğunu söyleyecek, bir Turizmci heyeti, Başbakan’ı ikna edebilir miydi?
“Hiç sanmıyorum” diyebilirsiniz, ben de zaten bunu bir fantezi olsun diye sordum. Turizmcinin döviz getiren fonksiyonundan başka yönü pek düşünülmemektedir.