Yeni adli perspektif hakimlik, savcılık ve emniyet arasındaki mesleki özerklikleri tamamen yok etti ve ülkede kısmen var olan hukuk kültürü çöktü
Türkiye, neredeyse yüzyıldır “eski yargı”nın yarattığı adaletsizliklerle mücadele ederek bugünlere geldi. Halkımızın yeni ve hakiki bir yargı inşa etme iddiası ve talebi, asırlık yargı derslerinin kaçınılmaz bir sonucu idi. Referandumdaki “Evet”in asıl gerekçesi işte bu tarihsel itirazdı. Bugün, çıkarılan o derslerin ve taleplerin “yeni yargı”nın ilk karar ve pratiklerinde nasıl bir karşılık bulduğunu görme şansı veren çok somut bir gündemle karşı karşıyayız.
Balyoz kararından söz ediyorum... “Yeni yargı”nın ve onun adli perspektifinin, nasıl bir adli reflekse, anlayışa ve kültüre sahip olduğunu, halka, gerçeklere ve sorunlara nasıl yaklaşacağını ve de politik muhalefete nasıl muamele göstereceğini açıkça ortaya koyabilecek bir “ilk tecrübe”dir bu dava.
Davanın kısa kararı, geçmiş yargı hafızamıza yeni ve tatsız fasiküller eklemiş, biz de 30.09.2012 tarihli Radikal İki’de “Alaturka Nürnberg” başlıklı yazımızla ayrıntılı olarak eleştirmiştik. Gerekçeli kararın “en can alıcı ve ikna edici” olduğu zannıyla piyasaya önden servis edilen kısımları bile -Hamsi Baklavasu fıkrasında olduğu gibi- “gerisi kalsın!” dedirtecek derecede sorunlu.
Tekleyen kalp, sürçen dil!
Gerekçe öylesine problemli ki, doğrusu ben mahkemenin “tekleyen kalpli teşebbüs yorumu” ile hepimizi güldürmeyi amaçladığı gibi bir hisse kapıldım. (Bir yargıç, adalet.org sitesinde dalgasını şöyle geçti bu kabulle: “G.D.: Müstemir yetkili paşanın kalp ameliyatı olması nedeniyle darbenin ileri bir tarihe ertelenmesine...”) Dil sürçmesinden “itiraf” yaratma çabası ve Taraf, Star, Bugün ve Zaman’ın dört elle sarıldığı “belgelerin aslı Genelkurmay’da” cümlesinin jet hızıyla yalanlanması ise işin komediye döndüğünün diğer göstergeleriydi. (Bu yalanlama, yeni bir politik evreye girmiş olduğumuzu da gösteriyor, lütfen not alın.)
Ancak şaşırtıcı olan, davayı çöpe gönderecek derecede yaşamsal bir hukuki problem olan “teşebbüs” bahsinde, kamuoyunda neden yoğun bir tartışma çıkmadığı... Zira ne Yalman/Özkök’ün çekingenlikleri ne de Çetin Doğan’ın kalbinin teklemesi 2003’te kendiliğinden biten bir süreçte “teşebbüs” bulunduğunu kabüle imkan verir. Ve dolayısıyla ortada açık bir “cezasızlık hali” var. Bu dakikadan sonra delil tartışması yapmak da laf-ı güzaftır.
Kararın hukuki boyutunu yukarıda andığım yazıda ayrıntısıyla değerlendirdiğim için bu fırsatı, Balyoz kararıyla iyice belirginleşen ve tanınabilir hale gelen “yeni yargı”yı ve onun “adli perspektifini” tartışma yönünde kullanmak istiyorum.
Balyoz kararından söz ediyorum... “Yeni yargı”nın ve onun adli perspektifinin, nasıl bir adli reflekse, anlayışa ve kültüre sahip olduğunu, halka, gerçeklere ve sorunlara nasıl yaklaşacağını ve de politik muhalefete nasıl muamele göstereceğini açıkça ortaya koyabilecek bir “ilk tecrübe”dir bu dava.
Davanın kısa kararı, geçmiş yargı hafızamıza yeni ve tatsız fasiküller eklemiş, biz de 30.09.2012 tarihli Radikal İki’de “Alaturka Nürnberg” başlıklı yazımızla ayrıntılı olarak eleştirmiştik. Gerekçeli kararın “en can alıcı ve ikna edici” olduğu zannıyla piyasaya önden servis edilen kısımları bile -Hamsi Baklavasu fıkrasında olduğu gibi- “gerisi kalsın!” dedirtecek derecede sorunlu.
Tekleyen kalp, sürçen dil!
Gerekçe öylesine problemli ki, doğrusu ben mahkemenin “tekleyen kalpli teşebbüs yorumu” ile hepimizi güldürmeyi amaçladığı gibi bir hisse kapıldım. (Bir yargıç, adalet.org sitesinde dalgasını şöyle geçti bu kabulle: “G.D.: Müstemir yetkili paşanın kalp ameliyatı olması nedeniyle darbenin ileri bir tarihe ertelenmesine...”) Dil sürçmesinden “itiraf” yaratma çabası ve Taraf, Star, Bugün ve Zaman’ın dört elle sarıldığı “belgelerin aslı Genelkurmay’da” cümlesinin jet hızıyla yalanlanması ise işin komediye döndüğünün diğer göstergeleriydi. (Bu yalanlama, yeni bir politik evreye girmiş olduğumuzu da gösteriyor, lütfen not alın.)
Ancak şaşırtıcı olan, davayı çöpe gönderecek derecede yaşamsal bir hukuki problem olan “teşebbüs” bahsinde, kamuoyunda neden yoğun bir tartışma çıkmadığı... Zira ne Yalman/Özkök’ün çekingenlikleri ne de Çetin Doğan’ın kalbinin teklemesi 2003’te kendiliğinden biten bir süreçte “teşebbüs” bulunduğunu kabüle imkan verir. Ve dolayısıyla ortada açık bir “cezasızlık hali” var. Bu dakikadan sonra delil tartışması yapmak da laf-ı güzaftır.
Kararın hukuki boyutunu yukarıda andığım yazıda ayrıntısıyla değerlendirdiğim için bu fırsatı, Balyoz kararıyla iyice belirginleşen ve tanınabilir hale gelen “yeni yargı”yı ve onun “adli perspektifini” tartışma yönünde kullanmak istiyorum.
Hukuk bilinci yokluğu
Ama öncesinde, davanın hukuksuzluğunu bilmesine rağmen savunanlara hakim olan “yahu bunlar darbeci, darbecilerden kurtuluyoruz ama!” şeklindeki algı ve yaklaşıma ilişkin bir çift lafım var:
Bir eylemin ahlaken ve siyaseten yanlış olması ile hukuken yanlış ve cezalandırılabilir olması ayrı şeylerdir. Darbenin ne olduğu, nasıl ve neden gerçekleştiği, failin kimler olabileceği ve önlemenin çaresi ile 2003’te bir darbe ihtimalinin ve nesnel koşullarının olup olmadığı da ayrıca tartışılabilir. Ancak çocuksu bir darbe algısıyla hareket edip hukuku umursamaz ve de Necip Fazıl’ın “Reis Bey”indeki gibi “bir suçlu kurtulacağına bin masum yansın!” derseniz, kınadıklarınızdan daha üst bir ahlaki ve demokratik standartta yer alamazsınız. Bu yaklaşım, Murat Sevinç’in annesinin tavuklarıyla aynı seviyede bir hukuki bilince sahip olduğunuzu gösterir. Dahası, yaptığınız her hukuksuzluk, geçmişe oranla çok daha büyük bir politik öfkenin muhatabı yapar sizi. Daha çok ceza ise, işlevsel olamayacağı gibi karşıdakini daha da bilemekten başka işe yaramaz.
Parantezi kapatıp asıl tartışma konumuza dönersek, ilk söylememiz gereken; bu tartışmanın son beş yıldır ana siyasal gündemi işgal eden “derin devlet davaları”nın nasıl bir perspektife emanet edildiğini ortaya çıkaracak biçimde yapılması gerektiği. Ancak baştan söyleyeyim ki, bu tartışmalar ciddi tartışmalardır. O yüzden de, Balyoz kararının açıklandığı günlerdeki lunapark çocuğu hallerini, üç gün sonra “darbenin lâfını etmekten öteye geçemediler” (Taraf, 29 Eylül) diyerek terk eden Halil Berktay ile, tek entelektüel sermayesi ordudan atılmak olan Namık Çınar başta, ortada gezinen diğer liberal/muhafazakar-demokratların çocuksu dünyalarını aşar. CHP ’li emekli memurların sırtında kırılan polis copunu gördükçe içinin yağları eriyen ve dünya yüzeyinden son Kemalist de silinmediği sürece rahat edemeyeceği anlaşılan “Alaturka sosyalist-solcu Alperen” Roni Margulies’in ise, ağzını bile açmaması gerekir.
Yeni perspektifin çöküşü
Şimdi gelelim asıl meseleye. Yani Balyoz Davasının ötesindeki yeni adli perspektif ve yeni yargı iktidarının bakış açısının ta kendisine. Soruşturmanın başlangıcından, yargılamanın işleyişine, toptancı ve şedit cezalandırma mantığına, gerekçe kurma pratiğine, davanın tarafları ve kamuoyu ile ilişki kurma biçimlerine ve yargılamadaki temel hukuki kavramlarla münasebetlerine baktığımızda yeni adli perspektife dair şu sonuçları çıkartmak mümkün.
Yeni adli perspektif hakimlik, savcılık ve emniyet arasındaki mesleki özerklikleri tamamen yok etti ve ülkede kısmen var olan hukuk kültürü çöktü. Bu durum referandum öncesine göre ciddi bir geriye gidiş anlamına geliyor. Yargıdaki farklı perspektiflerin yok olmasıyla emniyetle uyumlu ve tek sesli bir yargı pratiği doğdu. (Bu noktada Selçuk Kozağaçlı’nın “Türkiye’de hakim-savcı kadrosunun artık israf haline geldiği, emniyet fezlekesinin doğrudan karar sayılabileceği, adına yargılama denen ‘tiyatro’nun sergilenmesine gerek kalmadığı...” ironik önerisini ciddiye almak gerekir.)
İkinci olarak, yeni adli perspektif, hukuk devletinin temel ilke ve uygulamalarını ikincilleştirdi. Derin devletin ve askeri darbelerin sorgulanması gibi suç iddialarını ise bu uygulamayı meşrulaştırmak üzere öne aldı.
Üçüncüsü, yeni adli perspektif anti-terörizm söylemi ve pratiğini devlet hizipleri arasındaki politik çatışmalardan başlayarak bütün bir ülkeye ve yurttaşlara kadar yayarak olağanüstü ölçüde işlevselleştirdi.
Şüphesiz daha pek çok şey söylenebilir. Ancak bu aşamada son olarak, özellikle derin devlet davalarının çift yönlü işlediğini anlamaya başlamakta yarar var. Yeni adli perspektif bir yandan çok dar bir siyasi çıkar ve hedef temelinde hareket ederken diğer yandan da gerçek bir derin devlet hesaplaşmasının imkanlarını da azaltıyor ve derin devlet ile hesaplaşma yönündeki tarihsel moment maalesef heba ediliyor.
Balyoz davası vesilesiyle “yeni yargı” üzerine daha ciddi olarak düşünmeye başlamamız gerektiği açık. Bu noktadaki ihmal ve yüzeysel bakış, yargı karabasanının her geçen gün daha da büyümesine sebep olacak ve bu durum tüm tarihsel sorunların çözümünde büyük bir engel olarak karşımıza çıkacaktır. Bugünlerin ana gündemi olan Kürt meselesi en başta...
Ama öncesinde, davanın hukuksuzluğunu bilmesine rağmen savunanlara hakim olan “yahu bunlar darbeci, darbecilerden kurtuluyoruz ama!” şeklindeki algı ve yaklaşıma ilişkin bir çift lafım var:
Bir eylemin ahlaken ve siyaseten yanlış olması ile hukuken yanlış ve cezalandırılabilir olması ayrı şeylerdir. Darbenin ne olduğu, nasıl ve neden gerçekleştiği, failin kimler olabileceği ve önlemenin çaresi ile 2003’te bir darbe ihtimalinin ve nesnel koşullarının olup olmadığı da ayrıca tartışılabilir. Ancak çocuksu bir darbe algısıyla hareket edip hukuku umursamaz ve de Necip Fazıl’ın “Reis Bey”indeki gibi “bir suçlu kurtulacağına bin masum yansın!” derseniz, kınadıklarınızdan daha üst bir ahlaki ve demokratik standartta yer alamazsınız. Bu yaklaşım, Murat Sevinç’in annesinin tavuklarıyla aynı seviyede bir hukuki bilince sahip olduğunuzu gösterir. Dahası, yaptığınız her hukuksuzluk, geçmişe oranla çok daha büyük bir politik öfkenin muhatabı yapar sizi. Daha çok ceza ise, işlevsel olamayacağı gibi karşıdakini daha da bilemekten başka işe yaramaz.
Parantezi kapatıp asıl tartışma konumuza dönersek, ilk söylememiz gereken; bu tartışmanın son beş yıldır ana siyasal gündemi işgal eden “derin devlet davaları”nın nasıl bir perspektife emanet edildiğini ortaya çıkaracak biçimde yapılması gerektiği. Ancak baştan söyleyeyim ki, bu tartışmalar ciddi tartışmalardır. O yüzden de, Balyoz kararının açıklandığı günlerdeki lunapark çocuğu hallerini, üç gün sonra “darbenin lâfını etmekten öteye geçemediler” (Taraf, 29 Eylül) diyerek terk eden Halil Berktay ile, tek entelektüel sermayesi ordudan atılmak olan Namık Çınar başta, ortada gezinen diğer liberal/muhafazakar-demokratların çocuksu dünyalarını aşar. CHP ’li emekli memurların sırtında kırılan polis copunu gördükçe içinin yağları eriyen ve dünya yüzeyinden son Kemalist de silinmediği sürece rahat edemeyeceği anlaşılan “Alaturka sosyalist-solcu Alperen” Roni Margulies’in ise, ağzını bile açmaması gerekir.
Yeni perspektifin çöküşü
Şimdi gelelim asıl meseleye. Yani Balyoz Davasının ötesindeki yeni adli perspektif ve yeni yargı iktidarının bakış açısının ta kendisine. Soruşturmanın başlangıcından, yargılamanın işleyişine, toptancı ve şedit cezalandırma mantığına, gerekçe kurma pratiğine, davanın tarafları ve kamuoyu ile ilişki kurma biçimlerine ve yargılamadaki temel hukuki kavramlarla münasebetlerine baktığımızda yeni adli perspektife dair şu sonuçları çıkartmak mümkün.
Yeni adli perspektif hakimlik, savcılık ve emniyet arasındaki mesleki özerklikleri tamamen yok etti ve ülkede kısmen var olan hukuk kültürü çöktü. Bu durum referandum öncesine göre ciddi bir geriye gidiş anlamına geliyor. Yargıdaki farklı perspektiflerin yok olmasıyla emniyetle uyumlu ve tek sesli bir yargı pratiği doğdu. (Bu noktada Selçuk Kozağaçlı’nın “Türkiye’de hakim-savcı kadrosunun artık israf haline geldiği, emniyet fezlekesinin doğrudan karar sayılabileceği, adına yargılama denen ‘tiyatro’nun sergilenmesine gerek kalmadığı...” ironik önerisini ciddiye almak gerekir.)
İkinci olarak, yeni adli perspektif, hukuk devletinin temel ilke ve uygulamalarını ikincilleştirdi. Derin devletin ve askeri darbelerin sorgulanması gibi suç iddialarını ise bu uygulamayı meşrulaştırmak üzere öne aldı.
Üçüncüsü, yeni adli perspektif anti-terörizm söylemi ve pratiğini devlet hizipleri arasındaki politik çatışmalardan başlayarak bütün bir ülkeye ve yurttaşlara kadar yayarak olağanüstü ölçüde işlevselleştirdi.
Şüphesiz daha pek çok şey söylenebilir. Ancak bu aşamada son olarak, özellikle derin devlet davalarının çift yönlü işlediğini anlamaya başlamakta yarar var. Yeni adli perspektif bir yandan çok dar bir siyasi çıkar ve hedef temelinde hareket ederken diğer yandan da gerçek bir derin devlet hesaplaşmasının imkanlarını da azaltıyor ve derin devlet ile hesaplaşma yönündeki tarihsel moment maalesef heba ediliyor.
Balyoz davası vesilesiyle “yeni yargı” üzerine daha ciddi olarak düşünmeye başlamamız gerektiği açık. Bu noktadaki ihmal ve yüzeysel bakış, yargı karabasanının her geçen gün daha da büyümesine sebep olacak ve bu durum tüm tarihsel sorunların çözümünde büyük bir engel olarak karşımıza çıkacaktır. Bugünlerin ana gündemi olan Kürt meselesi en başta...
*Diyarbakır Hakimi, Demokrat Yargı Yön. Kr. Üyesi