Ethem, Abdullah, Mehmet, Medeni ve Ali İsmail… Bu gençlerin ölüm biçimleri, kendine insan diyenin kalbini yerinden kopartacak kadar ağır bir yük. Ne yazık ki bu acıyı bile ötekileştiren, ölüme saygıda dahi kusur edenler var.
Gezi eylemlerine katılıp, kendi yaşıtlarının cenazelerini izleyen, hakkında bilmiş bilmiş konuşulan 90 kuşağının ne hissettiğini, ne düşündüğünü anlayabilmek için, köşeyi bugün Doğukan Sakar’a bırakıyorum.
(Bu yazının kısaltılmış hali, bana ayrılan yerin izin verdiği ölçüde Milliyet’teki köşemde yayınlandı.) Söz, Doğukan’ın:
“Medeni Yıldırım, 18.
Ali İsmail Korkmaz, 19.
Mehmet Ayvalıtaş, 20.
Abdullah Cömert, 22.
Ethem Sarısülük, 26.
Facebook’ta, Twitter’da, haber sitelerinde, gazetelerde, sokaklarda isimlerini tekrar, tekrar, tekrar görmeden gün geçmiyor. Bazen o kadar tekrarlanıyor ki, Ethem demek, Abdocan demek artık sıradanlaşıyor diye korkuyorum. Bazen bu isimlere anlamsız gözlerle bakıyorum. Bazen ağlamaklı oluyorum.
22 yaşındayım. Abdocan’la yaşıt, Ethem’in ufağı, diğerlerinin ağbileriyim. Bacağımdaki plastik merminin izine bakıyorum. Yetmiyor. Gaz, su, plastik mermi yedim. Bol bol. Yetmiyor ki. Gözü çıkıp da ”Gözüm üstünüzde!” diye pankart açan var. Yetmiyor galiba ona da. Polisten yemediğim dayak, çıkmamış iki gözüm ağır geliyor. Yaşamak ağır geliyor.
Medeni Yıldırım, 18.
Haziranda öldü o da. Gezi’yle alakası yoktu. Gezi eylemlerine ne diyordu, bilmiyorum. Yaşının on sekiz olduğunu biliyorum. Lice’de sözüm ona barış süreci ilerlerken Kalekol çalışmasını protesto ederken öldürüldüğünü biliyorum.
Biz polisle sadece bir haziran yaşadık. Fazlasıyla da yaşadık. İlk günlerden beri her gün polislerle muhabbet edip, onlarla konuşmaya çalışanlardan biriyim. Ona rağmen polis görünce irkiliyorum, rahatsız oluyorum. Kadıköy’de büyüdüm. Kadıköy’de haftada bir GBT’ye takılır liseliler, özellikle benim gibi uzun saçlı, siyahlı, küpeli ‘anarşik’ tipler. Polis, beni mıncık mıncık arayıp dalga geçmekle sorumlu devlet görevlisiydi benim için. Üstüne katliamları gördük.
60’lar. Kürt kelimesinin kullanılamadığı o yıllarda İşçi Partisi’nin sloganlarından biri ”Batı’ya fabrika yol, Doğu’ya jandarma karakol.” Burada ama, her seferinde inadına her üstümü arayıp ”Sen esrar içiyosundur. Yok yok, sende tam içici tipi var … koyiim.” diyen polis, benim gözümde nasıl zorbaysa… Hayatını bu zorbalığın içinde geçirmiş Kürtler için kalekol ne anlama gelir, bir düşünün.
Diyarbakır, Mamak, nice cezaevlerini tanıyan Kürtler için cezaevi, karakol ne anlam taşır, bir düşünün.
Medeni’nin Gezi’yle alakası yoktu, ama Gezi’nin derdi tam da Medeni’ydi. Olmalıydı. ”Değil,” dediler, ”Ne alakası var, doğudaki terörist ile Gezi’deki doğacı gençlerin.” Diyenlerse koca koca adamlar. Genç benim. Gezi’de o göklere çıkarıp duramadığınız, Talcid’li, Facebook’lu, havuz gözlüklü filan genç, işte benim.
Biraz susun artık, benim ne demek istediğimi söylemeyin, benim ne dediğimi dinleyin. İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da Lice için yürüyen bendim, bizdik, Gezi’ydi, Gezi Ruhu’ydu.
Medeni, işkence odasının inşaatını protesto ederken kurşunla öldürüldü.
Bacağımdaki plastik merminin izi daha da ağır geliyor işte şimdi. Benim küçük kardeşime aynı devlet kurşun sıkıyor. Bana da sıkmadığı, beni de öldürmediği için utanıyorum. Taksim’de, İstiklal’de, Gümüşsuyu’nda, Beşiktaş’ta bana mermi sıkmaya cesaretleri yok mu? Karaladığı BBC, CNN International an be an çeker diye mi korkuyor?
Yoksa ‘çevremden’ mi korkuyor? İnsanlara 90 senedir anlattıkları gibi ”Terörist onlar” diye beni de lanse edemeyeceklerini biliyorlar. Saint Joseph mezunu, Galatasaray Üniversitesi öğrencisiyim. Hepimiz öyleydik. Galatasaray, Bilgi, Boğaziçi, İTÜ, İÜ, Bahçeşehir… Her mezuniyet töreninde madara oldu bu devlet, bu ülkenin en iyi üniversitelerindeki gençler göstere göstere dalga geçiyor.
Bu ayrımcılıktan utanıyorum. Barikatların en önlerindeydim, benden keşke esirgemeseydi devlet mermisini.
Ethem Sarısülük, 26.
Bir başka mermi. Ankara’nın göbeğinde. ”Beni harcarsanız hepinizi yakarım.” diyen Ahmet Şahbaz vurdu. Vurulduğu parkta ABB Başkanı Melih Gökçek ”Değerli Türk polisi, Ankara sizinle gurur duyuyor” diye pankart astı. Polis, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. DHKP-C’li dediler. Değildi gerçi de yine de öyle suçladılar. Sanki DHKP-C’li insan değilmişcesine.
Gezi’de DHKP-C’li de vardı, bugüne kadar haber kanallarında bize öcü olarak tanıtılan her sol fraksiyon da vardı. Onların olup olmaması değildi mesele. Çarşı da vardı, diğer taraftarlar da. TKP’li de, anarşist de. Devletle kavga etmeye, sokakta kavga etmeye, polisle çatışmaya aşinaydı hepsi.
Onlara taş bile attırmadık.
Çok ilginç bir şey oldu, kavgaya dünden razı, ”Aga buraya ölmeye geldik biz!” diye bağıranlar da Gezi’deydi. Ama orada militan, testosteronlu kavga önlendi. Biz onlara ”Taş atmayın” dedik.
Taş atsak, polis mermi sıkacak. Polis mermi sıksa, molotof kokteylleri uçuşacak. Hiç bir b.ka yaramayacaktı, olan cana olacaktı, bizler terörist diye lanse edilecektik. ”Haklıyken haksız konuma düşmeyelim” dedik, ön saflarda bağırdık. ”Abi taş atmazsak polis bizi s….!” dediler. Olsun, dedik. Haklıydılar. Ama amacımız polisle kavga etmek değil, haklarımızı kullanmak, devletin hukuksuzluğunu göstermekti.
Ethem’e DHKP-C’li dediler, ki değildi. İroniktir ki bu devletin karakolunu inşa ederken çekilmişti resmi.
Ama tanıdığım DHKP-C’li, benim yanımda elindeki taşı bıraktı, flamasıyla polise yürüdü, kavga etmedi, tutuklandı. Sırf bizim fikrimiz buydu diye. ”Bu bir pasif direniş!” dedik diye.
Ali İsmail Korkmaz, 19.
Eskişehir’de eli sopalı birileri dövdü… İzmir’de eli sopalı fotoğrafları ortaya çıkan AKP İnebolu Gençlik Kolları başkanı gibi birilerince. Fas’a kaçan eli palalı Sabri Çelebi gibi birilerince. Taksim’de havaya ateş açan Adnan Subaşı gibi birilerince. Balık pazarında tekbir getirip yürüyen eli sopalılar gibi birilerince. Yeniköy’deki foruma saldıranlar gibi birilerince. Yoğurtçu Parkı’na saldıranlar gibi birilerince.
22 Eylül 2010’da Tophane’ye saldıranlar gibi birilerince. 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta Madımak Oteli’ne saldıranlar gibi birilerince.
Polis göstericileri tutuklarken Talcid’i suç unsuru saydı. AKP Milletvekili İdris Şahin, göstericilere palayla saldıran esnaf Sabri Çelebi’nin eyleminin hukuk çerçevesinde olduğunu beyan etti.
Abdullah Cömert, 22.
Devrim için ölürüm dedi, öldü. Ölüm sebebi hala belli değil, ama ölümünün sebebi belli. Öldüğü yerde güvenlik kamerasının kayıt almadığı iddia edildi.
Ethem Sarısülük, 26. Vurulduktan sonra olayı çeken güvenlik kameraları açısını değiştirdi.
Mehmet Ayvalıtaş, 20.
HDK üyesiydi, askere hazırlanıyordu. Otoyolda eylem yapıyorlardı, bir araç kalabalığa daldı ve “trafik kazasında” öldü.
Gözü çıkanlar var, beyin sarsıntısı geçirenler var. Polis üstümüze hedef alıp gaz fişeklerini sıkıyoruz diyoruz,kimse ciddiye almıyor. Kanye West’in No Church in the Wild klibinde polis şiddeti ele alınıyor. Polisler gözü dönmüş bir şekilde halka saldıran vahşiler gibi gösteriliyor. Klibin 1:30 dakikasında polis gaz sıkıyor. Havaya nişan alarak!
Bir polis öldü. Mustafa Sarı. Alt geçit inşaatında düşüp öldü. Yorgundu, uzun mesai çalışmıştı. Nasıl öldüğünü biliyorum. Neden öldüğünü bilmiyorum.
Polislerle hemen her gün konuştum. Onlar da ”Neden?” diye soruyorlar. ”Siz mi kurtaracaksınız bu memleketi?” diye soruyorlar. ”Ben kurtarmazsam, sen kurtarmazsan, biz kurtarmazsak kim kurtaracak?” diye soruyorum, cevap alamıyorum.
Genelleme yapmak istemiyorum. Ama hemen her polis bana sordu:
”Siz mi kurtaracaksınız bu memleketi?”
Polisim bana inanmıyor, güvenmiyor. Son bir aylarını ailelerinden, arkadaşlarından çok bizimle geçirdiler. Her gün konuştuk. Demokratik yolların tükendiği bir ülkede, hukuksuzluğun kural olduğu bir ülkede sokağa çıkmaktan başka bir şansımız kalmadı. Bunu söylemeye çalışıyoruz.
Ama neden diye soruyorlar ya.
Açıkçası içten içe her gün ölmeyi dileyerek indim sokaklara. Yaşıtlarım özgürlük tutkusuyla patır patır ölmüşkenyaşamanın ne kadar ağır geldiğini anlar mıydı insanlar?
Medeni Yıldırım, 18.
Ali İsmail Korkmaz, 19.
Mehmet Ayvalıtaş, 20.
Abdullah Cömert, 22.
Ethem Sarısülük, 26.
Tekrar, tekrar.
Her gördüğümde sanki değerleri azalıyor diye korkuyorum. Ölümleri sıradanlaşacak diye korkuyorum. Diğer bir yandan, bu ölümleri tamamen görmezden gelen yandaş basın, hükümet yetkilileri çileden çıkartıyor.
İşi ”Başbakanı yedirtmeyiz!” ekseninden öte ele alamayan insanları gördükçe irkiliyorum. Mesele 3-5 ağaç olmadığı gibi, mesele başbakan da değil. En azından, sadece değil. Mesele, 11 senelik iktidar boyuncaekonomik büyüme yalanıyla git gide fakirleşmem, git gide özgürlük alanlarımın kısıtlanması, git gide nefes alamamam.
Mesele, Medeni ölünce, devletin üstünü örtmeye çalışması. Ethem’i öldüren polisin eline ”Taş çarpmış olabilir,” gibi karşısındakini aşağılarcasına bir yorum yapması Bülent Arınç’ın. Roboski’ye, Reyhanlı’yauygulanan basın sansürü biraz da mesele. Mesele, devletin şeffaflıktan korktuğu gibi, kendini korumaya çalışıp, suçu tutup da Faiz Lobisine, Yahudi Diasporası’na, şuna buna atmaları.
”Roboski’yi unutmadık,” deyince neden hükümetten gelen cevap ”Başbakanı yedirmeyiz!”?
Medeni Yıldırım, 18.
Ali İsmail Korkmaz, 19.
Mehmet Ayvalıtaş, 20.
Abdullah Cömert, 22.
Ethem Sarısülük, 26.
Tekrar, tekrar, tekrar.
İnadına bir defa daha yazıyorum. Ethem’i ”terörist” göstermeye, Medeni’yi ”uyuşturucu kaçakçısı” göstermeye çalışanlara inat. Ölüm sebebi hala bulunamayan Abdullah. Saldırganlarının kayıtları olup da bulunamayan Ali. Askere gitmeden ölen Mehmet.
Onlar öldüğü, ben yaşadığım için, yaşamaktan utandığım için tekrar yazıyorum. Bugüne kadar her gün tekrar tekrar yazmamanın utancından yazıyorum. Bugüne kadar Roboski’yi duysam da konuşmadığım içinyazıyorum. Reyhanlı patlamasından sonra sokağa inmememin utancından yazıyorum. Ben yaşarken kim bilir başka hangi katliamlar yaşandı, bana kim yalan söyledi, bilmediğim ve araştırmadığım için duyduğum utançtanötürü tekrar tekrar yazıyorum.
Onlar öldüğü, ben yaşadığım için.
Medeni Yıldırım, 18.
Ali İsmail Korkmaz, 19.
Mehmet Ayvalıtaş, 20.
Abdullah Cömert, 22.
Ethem Sarısülük, 26.
Doğukan K. Sakar, 22.