Bir kadın gözaltında soyulduğunu, domaltıldığını söyledi, görevlilere işlem yok. Bir kadın "Polis taciz etti, benden uzak tutun" diye başvurdu, "Kamu görevlisi uzak tutulamaz" kararı çıktı.
Beden kimindir? Cevap, ne türden bir hukuki rejimde yaşadığımızı gösterir. Verilmiş cevaplara göre bir karar alacağız, ancak önce bazı olaylar.
* * *
Bedene, özellikle kadın bedenine yönelik kolluk uygulamalarına şikayet yağıyor. Cezaevlerinden yükselen çıplak aramaya karşı protestolarsa hiç duyulmuyor.
“Genital arama”ya tabi tutulduğunu söyleyen bir kadının şikâyeti üzerine savcılığın bazı polislere dava açtığını öğrendik ki bu istisna niteliğinde “iyi haber”, karar henüz uzakta olsa bile.
Gezi eylemleri nedeniyle İstanbul’da gözaltına alınan, kamuoyunun yakından tanıdığı bir kadın çıplak arandığından şikâyet etti, “domaltılarak öksürmeye zorlandığı”nı dile getirdi. Bu şikâyetin kolluk amirleri ve savcılar tarafından ciddiye alınıp alınmadığını bilmiyoruz; ne idari, ne adli soruşturma duyduk.
KORUMA TEDBİRİNE RET
Hürriyet gazetesinin 17 Temmuz Salı günü birinci sayfadan verdiği bir haber hepsi gibi sarsıcıydı. Şöyle: Dikmen’de 26 Haziran’da gözaltına alınan bir kadın, kolluk güçlerince taciz edildiğini ve tecavüz tehdidi aldığını dile getirerek suç duyurusunda bulunur. Ayrıca aile mahkemesinden, “polislerin kimliklerinin saptanmasını ve 6284 sayılı kanuna göre koruma kararı verilmesini” ister. Yani, “O polisler, kamu gücünün yardımıyla bir daha bana yaklaşamasınlar” der. Korkmuştur.
Yargıç, “Polis hakkında uzaklaştırma kararı vermek kamu yararına uygun değildir…” diye karar cümlesine başlar ve şöyle devam eder: “Talep, aile mahkemesi görevi alanına uygun olmayan bir taleptir.” Cümlenin ikinci bölümü doğruysa, birinci bölümünü hiç kurmamak gerekir. “Talep aile mahkemesinin görevi alanına girmiyorsa” yargıcın yapacağı şey, “Görev alanıma girmiyor, gidin başka yerden başka türden koruma tedbirleri isteyin” demek ve dosyadan el çekmektir. Oysa yargıç, “Polisin uzaklaştırılmasında kamu yararı yoktur” sözüyle aslında görevsizlik kararı vermediğini, polisin polis olarak bir yurttaştan uzak tutulmasının doğru olmadığını hükme bağladığını ilan etti. Buradaki usuli sorun (görev alanı değilse, içeriğe dair hüküm kuramaz) çok ciddi olmakla birlikte, verilen hükmün içeriğinin yanında hayli masum.
‘KAMU YARARI’ NEREDE?
“Polisin uzak tutulmasına ilişkin kararda kamu yararı yok” demek, “tacizci ve tecavüzle tehdit eden polisin, tehdit ettiği kişiye yakın olmasında kamu yararı var” anlamına içinde taşır. Rasgele bazı polislerin değil, taciz eden, tecavüzle tehdit eden polislerin uzaklaştırılması istenmiştir çünkü, karar da doğal olarak onlarla ilgilidir. Taciz ve tecavüz tehdidinde hangi kamusal yarar görülebilir? Kararda yazılmadığı için bilmemiz imkânsız.
* * *
Baştaki soruya dönelim: Beden kimin? Hukuk ve siyaset tarihinde bu sorunun en ünlü cevabı, “habeas corpus”tur. “Bedenin senindir.” Aslında sorunun kendisine değil, daha önce verilmiş bir cevaba cevaptır.
“Beden kimindir” sorusuna bilinen en eski cevaba göre, beden üç sahipli bir mülktür, cevap eskidir ama eskimemiştir: Beden tanrınındır; ona vekaleten kral ile adamlarının ve ikisine de vekaleten aile babasının. “Habeas Corpus”, bedeni (tanrıyı şahit yazarak) kendisine ait sayan, dolayısıyla ona istediğini yapma yetkisini kendisinde gören krala cevaben ortaya çıkar. Hukuk tarihinin bu kapitone kavramı, bugün tüm çağdaş hukuk sistemleri içinde bir şekilde karşılığını bulur; hiç uymayanda bile: En kısa süre içinde yargıç karşısına çıkarma mecburiyeti, (tutuklamaya ya da mahkûmiyete dair) bir yargı kararı bulunmadan kimsenin hapsedilemeyeceği ilkesi.
Kavramın olanakları bununla sınırlı değil: Bedene dokunma yetkisini de aynı kavramsal çatı altında ele almak gerek. Sadece işkence yasağı değil, bedene yönelik diğer fiiller de. Beden, kralın ve adamlarının değil de bireyin kendisininse, çıplak arama, oyuk araması, beden çukurlarında arama, bedenden kan veya tükürük gibi örnekler alınması da muhakkak ve muhakkak yargı kararına tabi olmalıdır. Türkiye’deki hukuk sistemindeyse “gecikmesinde sakınca bulunan haller” kalıbı çerçevesinde bu yetkiler savcı ve kolluğa emanet edilebiliyor. Ciğer kediye emanettir yani. Ayrıca ceza infaz memurlarına da bol keseden verilmiş durumda tüm bu yetkiler. Kedi dışındaki etoburlar da ihmal edilmemiş yani.
“Kimse kendi aleyhine delil vermeye zorlanamaz” anayasal kuralıyla birlikte düşündüğümüzde de beden üzerindeki birçok yetkinin yargıçlara tanınması bile hukuken uygun kabul edilemez. Beden, sahibininse. Kralın ve adamlarının değilse.
‘KUCAĞA OTURMA’NIN ŞİFRESİ
Polisin taciz ve tecavüz tehdidi gibi ciddi iddialara rağmen, iddiaları araştırma zahmetine bile girmeyip, “polisin bireylerden uzak tutulma kararında kamu yararı bulunmadığı” kararı, ancak bedenlerin bireylere değil “krala ve adamlarına” ait olduğu en temel kabulüyle kolayca mümkün olabilir.
Cezaevlerinden yükselen çıplak arama şikayetleri ancak bu temel kabulle işitilemez hale gelir.
Kolluk güçlerinin “çıplak arama, domaltma” gibi girişimleri aleyhine derhal işlem yapılıp kamuoyuna bilgi verilmesi, ancak bu temel kabulle önemsenmez olur.
Ancak bu temel kabulle bir ülkede bir yönetici, kimin kimin kucağına oturup oturmayacağını kendisine dert edip kamuoyuna ifşa eder. Aile babaları, anaları adına “Kabul edemeyiz böyle şeyleri” diye kamuoyunun ensesinde boza pişirir.
TANRISAL TEKELLER SİSTEMİ
Neo-liberal anlayış, “hızlı kar, pürüzsüz yönetim” idealiyle egemenliğini daim kılabilmek için, yüzyılların mücadelesiyle oluşmuş sınırlayıcı kavramları çöpe atma anlayışıdır.
Neo liberal iktidar, hak ve adalet mücadelelerinde kendisini sınırlayacak kavram ve kurumları çöpe atarken, o mücadelelerle geriletilmiş zalimce, yıkıcı, kıyıcı kavram ve kurumları da ihyayla meşguldür. En çok da kışlaları sever.
Neo-liberal yöneticilerin en büyük hayali, ekonomik tekellerinin selameti uğruna, tanrıyla temas ve tanrı buyruklarını yorumlama konusunda tekel yetkisini yeniden kendilerinin/devletin tekeline alma hayalidir.
Neo-liberal toplum tasarımı bir savaş tasarımı olduğu için tüm mevzilerde saldırı pozisyonu alır: Hukuku, adalete saldırıdır. Mimarisi, mekana saldırıdır. Estetiği ruha saldırıdır. Söylemleri zihne saldırıdır.
Onlar için güneş, gölgeleri belli olsun diye var sadece. Bedenlerimiz onlara hizmet, ruhlarımız onlara hürmet için var. İster vurur, ister soyar, ister domaltır, ister oyuklarını arar.
Neo-liberalizme karşı mücadele, bedenlere sahip çıkma mücadelesidir de bu yüzden.
Kaynak: http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ali_topuz/neoliberalizmin_beden_egitimi-1142412
* * *
Bedene, özellikle kadın bedenine yönelik kolluk uygulamalarına şikayet yağıyor. Cezaevlerinden yükselen çıplak aramaya karşı protestolarsa hiç duyulmuyor.
“Genital arama”ya tabi tutulduğunu söyleyen bir kadının şikâyeti üzerine savcılığın bazı polislere dava açtığını öğrendik ki bu istisna niteliğinde “iyi haber”, karar henüz uzakta olsa bile.
Gezi eylemleri nedeniyle İstanbul’da gözaltına alınan, kamuoyunun yakından tanıdığı bir kadın çıplak arandığından şikâyet etti, “domaltılarak öksürmeye zorlandığı”nı dile getirdi. Bu şikâyetin kolluk amirleri ve savcılar tarafından ciddiye alınıp alınmadığını bilmiyoruz; ne idari, ne adli soruşturma duyduk.
KORUMA TEDBİRİNE RET
Hürriyet gazetesinin 17 Temmuz Salı günü birinci sayfadan verdiği bir haber hepsi gibi sarsıcıydı. Şöyle: Dikmen’de 26 Haziran’da gözaltına alınan bir kadın, kolluk güçlerince taciz edildiğini ve tecavüz tehdidi aldığını dile getirerek suç duyurusunda bulunur. Ayrıca aile mahkemesinden, “polislerin kimliklerinin saptanmasını ve 6284 sayılı kanuna göre koruma kararı verilmesini” ister. Yani, “O polisler, kamu gücünün yardımıyla bir daha bana yaklaşamasınlar” der. Korkmuştur.
Yargıç, “Polis hakkında uzaklaştırma kararı vermek kamu yararına uygun değildir…” diye karar cümlesine başlar ve şöyle devam eder: “Talep, aile mahkemesi görevi alanına uygun olmayan bir taleptir.” Cümlenin ikinci bölümü doğruysa, birinci bölümünü hiç kurmamak gerekir. “Talep aile mahkemesinin görevi alanına girmiyorsa” yargıcın yapacağı şey, “Görev alanıma girmiyor, gidin başka yerden başka türden koruma tedbirleri isteyin” demek ve dosyadan el çekmektir. Oysa yargıç, “Polisin uzaklaştırılmasında kamu yararı yoktur” sözüyle aslında görevsizlik kararı vermediğini, polisin polis olarak bir yurttaştan uzak tutulmasının doğru olmadığını hükme bağladığını ilan etti. Buradaki usuli sorun (görev alanı değilse, içeriğe dair hüküm kuramaz) çok ciddi olmakla birlikte, verilen hükmün içeriğinin yanında hayli masum.
‘KAMU YARARI’ NEREDE?
“Polisin uzak tutulmasına ilişkin kararda kamu yararı yok” demek, “tacizci ve tecavüzle tehdit eden polisin, tehdit ettiği kişiye yakın olmasında kamu yararı var” anlamına içinde taşır. Rasgele bazı polislerin değil, taciz eden, tecavüzle tehdit eden polislerin uzaklaştırılması istenmiştir çünkü, karar da doğal olarak onlarla ilgilidir. Taciz ve tecavüz tehdidinde hangi kamusal yarar görülebilir? Kararda yazılmadığı için bilmemiz imkânsız.
* * *
Baştaki soruya dönelim: Beden kimin? Hukuk ve siyaset tarihinde bu sorunun en ünlü cevabı, “habeas corpus”tur. “Bedenin senindir.” Aslında sorunun kendisine değil, daha önce verilmiş bir cevaba cevaptır.
“Beden kimindir” sorusuna bilinen en eski cevaba göre, beden üç sahipli bir mülktür, cevap eskidir ama eskimemiştir: Beden tanrınındır; ona vekaleten kral ile adamlarının ve ikisine de vekaleten aile babasının. “Habeas Corpus”, bedeni (tanrıyı şahit yazarak) kendisine ait sayan, dolayısıyla ona istediğini yapma yetkisini kendisinde gören krala cevaben ortaya çıkar. Hukuk tarihinin bu kapitone kavramı, bugün tüm çağdaş hukuk sistemleri içinde bir şekilde karşılığını bulur; hiç uymayanda bile: En kısa süre içinde yargıç karşısına çıkarma mecburiyeti, (tutuklamaya ya da mahkûmiyete dair) bir yargı kararı bulunmadan kimsenin hapsedilemeyeceği ilkesi.
Kavramın olanakları bununla sınırlı değil: Bedene dokunma yetkisini de aynı kavramsal çatı altında ele almak gerek. Sadece işkence yasağı değil, bedene yönelik diğer fiiller de. Beden, kralın ve adamlarının değil de bireyin kendisininse, çıplak arama, oyuk araması, beden çukurlarında arama, bedenden kan veya tükürük gibi örnekler alınması da muhakkak ve muhakkak yargı kararına tabi olmalıdır. Türkiye’deki hukuk sistemindeyse “gecikmesinde sakınca bulunan haller” kalıbı çerçevesinde bu yetkiler savcı ve kolluğa emanet edilebiliyor. Ciğer kediye emanettir yani. Ayrıca ceza infaz memurlarına da bol keseden verilmiş durumda tüm bu yetkiler. Kedi dışındaki etoburlar da ihmal edilmemiş yani.
“Kimse kendi aleyhine delil vermeye zorlanamaz” anayasal kuralıyla birlikte düşündüğümüzde de beden üzerindeki birçok yetkinin yargıçlara tanınması bile hukuken uygun kabul edilemez. Beden, sahibininse. Kralın ve adamlarının değilse.
‘KUCAĞA OTURMA’NIN ŞİFRESİ
Polisin taciz ve tecavüz tehdidi gibi ciddi iddialara rağmen, iddiaları araştırma zahmetine bile girmeyip, “polisin bireylerden uzak tutulma kararında kamu yararı bulunmadığı” kararı, ancak bedenlerin bireylere değil “krala ve adamlarına” ait olduğu en temel kabulüyle kolayca mümkün olabilir.
Cezaevlerinden yükselen çıplak arama şikayetleri ancak bu temel kabulle işitilemez hale gelir.
Kolluk güçlerinin “çıplak arama, domaltma” gibi girişimleri aleyhine derhal işlem yapılıp kamuoyuna bilgi verilmesi, ancak bu temel kabulle önemsenmez olur.
Ancak bu temel kabulle bir ülkede bir yönetici, kimin kimin kucağına oturup oturmayacağını kendisine dert edip kamuoyuna ifşa eder. Aile babaları, anaları adına “Kabul edemeyiz böyle şeyleri” diye kamuoyunun ensesinde boza pişirir.
TANRISAL TEKELLER SİSTEMİ
Neo-liberal anlayış, “hızlı kar, pürüzsüz yönetim” idealiyle egemenliğini daim kılabilmek için, yüzyılların mücadelesiyle oluşmuş sınırlayıcı kavramları çöpe atma anlayışıdır.
Neo liberal iktidar, hak ve adalet mücadelelerinde kendisini sınırlayacak kavram ve kurumları çöpe atarken, o mücadelelerle geriletilmiş zalimce, yıkıcı, kıyıcı kavram ve kurumları da ihyayla meşguldür. En çok da kışlaları sever.
Neo-liberal yöneticilerin en büyük hayali, ekonomik tekellerinin selameti uğruna, tanrıyla temas ve tanrı buyruklarını yorumlama konusunda tekel yetkisini yeniden kendilerinin/devletin tekeline alma hayalidir.
Neo-liberal toplum tasarımı bir savaş tasarımı olduğu için tüm mevzilerde saldırı pozisyonu alır: Hukuku, adalete saldırıdır. Mimarisi, mekana saldırıdır. Estetiği ruha saldırıdır. Söylemleri zihne saldırıdır.
Onlar için güneş, gölgeleri belli olsun diye var sadece. Bedenlerimiz onlara hizmet, ruhlarımız onlara hürmet için var. İster vurur, ister soyar, ister domaltır, ister oyuklarını arar.
Neo-liberalizme karşı mücadele, bedenlere sahip çıkma mücadelesidir de bu yüzden.
Kaynak: http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ali_topuz/neoliberalizmin_beden_egitimi-1142412