Dün Taraf Gazetesi’nde Murat Belge “Orada olmak” başlıklı bir yazı yazdı ve Gezi Parkı direnişinin başarılı olduğunu belirttikten sonra yazısını şöyle bitirdi: “Bir Dakika Karanlık eylemi gibi, bunu da artık zorlamamak gerek. Yoksa şimdiye kadar yarattığı olumlu sonuçlar, etkiler, olumsuza dönüşmeye başlar ve eylem kendi başarısını kendi eliyle bozar.”
Gezi direnişini başından itibaren destekleyen, hatta hükümetin tutumunu protesto etmek için final toplantısı arifesinde akilliği bırakan Belge’nin yazısı, olmayan bir tartışmayı başlatmıyor, zaten bir süredir devam eden bir tartışmaya katkıda bulunuyor. Büyük ölçüde ülkenin dört bir yanındaki parklarda düzenlenen forumlarda, eylemler sırasında hayatlarını kaybedenlerin cenaze törenlerinde, yoğun bakım servislerinde genç insanların yaşama tutunmaya çalıştığı hastanelerin önlerinde, polis nezarethanelerinde, sorgu odalarında, adliye koridorlarında, sosyal medyada süren bir tartışma bu.
“Gezi bitti ama ruhu yaşıyor”
Örneğin aktif olarak bir parçası olduğu Gezi direnişinin ruhuyla, hep uzak durduğu internete girmek zorunda kalan şair Ahmet Güntan bu ayın başında “Gezi (galiba) bitti. Ama Gezi’nin ruhu aramızda dolaşıyor, ahirete gitmiyor, gitmesin zaten” diye başlayan bir yazı kaleme aldı ki okuduğumda bana da makul gelmişti. Ama o günden bu yana palalılar, yine gaz bombaları, Tomalar, direnişçilere saldıran esnaf ve en acısı Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’ın hayatını kaybetmesi gibi birçok şey yaşandı.
Bütün bunlar bize içiçe geçmiş iki olgu nedeniyle Gezi direnişinin istense de kolay kolay bitirilemeyeceğini gösteriyor:
1) Bu direniş kendiliğinden ve örgütsüz bir şekilde başladı. Gücünü tam da bu özelliklerinden aldı. Normal şartlarda birbirlerinin yüzlerine bakmayan, hatta birbirleriyle kanlı bıçaklı olan farklı çevreleri mucizevi bir şekilde bir araya getirdi. Yine büyük ölçüde kendiliğinden ve örgütsüz bir şekilde gelişti.
2) Gezi direnişini aslında siyasi iktidar başlattı. İlk günden itibaren protestocularla diyaloğa girmek yerine polisi ve onun orantısız şiddetini devreye sokan hükümet, bu tavrının direnişi doğurup güçlendirmesine öfkelenerek daha da sertleşti. Buna paralel olarak yoğun bir dezenformasyon ve kara propaganda yürütüldü. Tam ortalık sakinleşti sanılırken sabah erken saatlerde operasyonlar düzenlendi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın verilerine göre düne kadar 3636 kişi gözaltına alındı ve bunların 133’ü tutuklandı.
Hükümetin sorumluluğu
Dolayısıyla esas sorumluluğun hükümette olduğunu söyleyebiliriz. “Çapulcu”, “vandalizm”, “faiz lobisi” gibi söylemlerle Gezi direnişini itibarsızlaştırma ve kriminalize etme çizgisi aynen korunurken; cadı avları sürer, can kayıpları için tatminkâr soruşturmalar yapılmazken insanların sokakları terk etmesini beklemek gerçekçi olmayacaktır.
Eğer hükümet ilk gün yapması gerekeni yapar, yani diyalog mekanizmalarını işletir, vatandaşlarına terörist muamelesi yapmaktan vazgeçerse, yaşanan onca şeye rağmen sonuçta Türkiye demokrasisi kazanmış olur.
Böyle yazdığıma bakmayın, ortada bu yönde herhangi bir işaret görüyor filan değilim. Ama esas yorulanın, sanıldığının aksine Gezi direnişçileri değil siyasi iktidar olduğunu ve bunun kendileri tarafından da fark edildiğini düşünüyorum. Kısacası hükümet zararın neresinde dönerse o kadar kâr edecek, dönmemesi halinde kayıpları katlanacaktır.
Gezi direnişine gelince: O zaten Türkiye’de yeni bir dönemi başlatarak tarihte yerini çoktan aldı.
Kaynak: http://rusencakir.com/Gezi-eylemleri-bitmeli-mi-Yoksa-zaten-bitti-mi/2064