“Öldüğüm zaman çiçekler göndermeyin benim çiçeklerim var”
Miss LU
Miss LU
Ece
Ayhan’ın öykülerindeki yapı, anlatının kendini tamamladığı yerden
devamla sese ve ritmin parçalı yapısından yansıyan çeşitli anlamlara
dönüşüyor kitap boyunca. Pek çok şey kendi içinden yola çıkarak bir yere
varmaya çalışıyor ya da vardığı yerlerden geri dönmenin yollarını
arıyor. Karakterlerin iç ses olarak kurduğu anlatı, bu noktada Ayhan’ın
şair yönüyle karşılaşmamıza, daha doğrusu şair yönüne ses veren
ayrıntıları duyumsamamıza olanak sağlıyor. Böylece iç içe geçen ve
aktarımın merkezinden gelen sesler, yazarın günümüz algısına bıraktığı
şair yönünün diğer türlerde yaptığı üretimleri de anlayabilmemize, o
üretimlerin belli başlı kurallar dışındaki dolaşımına ulaşabilmemize
büyük oranda yardımcı oluyor. Ahmet Soysal, kitabın önsözünde bu durumun
varlığını şöyle ifade etmiş: “…Metinlerde, duygu patlamıyor, ama onun,
yüzeyin hemen altında bütün yoğunluğuyla ve gücüyle durduğunu
sezinlemekteyiz. Ece Ayhan’ın şiiri, uç duygulanımların çok sofistike
biçimsel aracılıklar içinden ifadesinin şiiridir. İşte bu uç
duygulanımları, bu öykülerde de sezinliyoruz.”[1]Şiirlerinden
ayrı olarak öykülerinde kurduğu yalın dil, anlatımın öyküleri ilerleten
tarafını besliyor ve Ece Ayhan’ın tavrı, bir öykünün etrafında kendi
sözünden hareketle şekillenmeye devam ediyor.
Çalışma Selman Hoşgör'e aittir. |
“Babam, ha babamdır, ha karanlık, ona değin hemen hiçbir şey bilmem…”
Şiirlerini
ve şairliğini bildiğimiz/okuduğumuz bir yazarın farklı yazın türlerinde
verdiği eserlerle karşılaştığımız zaman ilk olarak onun asıl yoğunluk
alanıyla kıyaslamalar yapmak sanırım kaçınılmazdır. Ece Ayhan’ın
öyküleri de belki düzyazı şiirleriyle ya da doğrudan şiirleriyle aynı
kıyaslama içine alınabilir. Ancak Ahmet Soysal’ın önsözde de ifade
ettiği gibi, bu durumun varlığı mevcut yüzeyin altında, yani anlamın
temelini oluşturan ve sürekli hâle getiren ayrıntılarında karşımıza
çıkıyor. Bu karşılaşmaların tek tek cümlelerle şiire yaslandığı ya da
şiirden bağımsız bir anlam yoğunluğuna dönüştüğü de olabiliyor elbette.
Buradaki durumun biraz da değişken bir yapıdan geldiğini düşünüyorum.
Sonuç olarak aktarılan bir öykünün çıkış noktasından devam eden anlatı,
okuru içine dahil ettiği dünyaya seyirci olarak kabul etmenin ötesine
geçmediği gibi, onunla bütünleşmenin kapılarını daha en başındayken
kapatıyor. Böylece okur, başlayan ve devam eden bir seyir mekanizmasının
ortasında buluyor kendini. Yer yer anlamı, yer yer ise başladığı yeri
arayıp bulmaya çalışıyor böyle olunca.
Öykünün şiiri,
şiirin öyküyü çağırdığı yapılarda edebiyat yaratımının bütünlüğü en
başta kişinin kendi tavrıyla ve diliyle ilişkili olarak
değerlendirilebilir. İçinde şiir taşıyan öykü ya da etrafında öyküler
dolaşan bir şiir kendini gerçekleştirebilir ve bu gerçekliğin ifadesini
tanımlayabilir. Ece Ayhan’ın 1956-1958 yılları arasında kaleme aldığı
öykülerde de -yer yer- benzer bir hissin varlığından söz edebiliriz.
Birbirini tamamlayan ya da birbirini çağıran türler olarak farklı
açılardan okumalar yapmak mümkün. Ancak tamamen böyle bir yapının
varlığını şiire ya da düzyazı şiire dayandırmak doğru olmaz. Çünkü İyi Bir Güneş’te
derlenen öyküler, kendi içlerinde şiirden bağımsız oldukları kadar şiir
duygusuna uzak durmayan metinler olarak da varlık göstermektedirler.
İyi Bir Güneş, edebiyat tarihimize birbirinden değerli şiirler bırakan Ece Ayhan’ın sağlığında kitaplaştırmayı tercih etmediği öykülerinden oluşan önemli bir derleme. Onun yazıyla olan yolculuğuna ve dünyaya baktığı pencerelere başka bir anlam üzerinden; öykülerden dahil olmamızı sağlayan kıymetli bir yapıt.
[1]Ece Ayhan, İyi Bir Güneş, Şairin Anlatı Sözü, Ahmet Soysal, sf.8İyi Bir Güneş, edebiyat tarihimize birbirinden değerli şiirler bırakan Ece Ayhan’ın sağlığında kitaplaştırmayı tercih etmediği öykülerinden oluşan önemli bir derleme. Onun yazıyla olan yolculuğuna ve dünyaya baktığı pencerelere başka bir anlam üzerinden; öykülerden dahil olmamızı sağlayan kıymetli bir yapıt.