SAYIN BAŞKAN SAYIN ÜYELER
Ülkemiz; utanmadan ve suçluluk duymadan sevinemediği acılı bir süreçten geçiyor. Oluk oluk kan akıyor.
İnsanlar kendini güvende hissetmiyor, korkuyor. Siyasi bir ihtirasa, sıradan bir kötülüğe teslim oldu Türkiye.
Zihinsel ve ahlaki bir çürüme yaşıyoruz. Vazgeçilmez olan insanlık haysiyeti erozyona uğradı; vasatlık ve bayağılık iktidar oldu.
Zalim bir intikam peşinde olanlar ülkemizi bölüyor. Ve ne yazık ki, bu kötücül atmosferin sebeplerinden biri de kanunsuz ve delilsiz ceza sistemi uygulayan adalet anlayışıdır. Hep güçlünün yanında olan, hep güçlünün haklı olduğuna karar veren bu otoriter yasalcılık, toplumsal yaşamı, barışı ve zaten az gelişmiş olan siyasal kültürü felç ediyor.
Amacı korkuyu ortadan kaldırmak olan adalet, korku nesnesi haline getirildi.
Özel yetkili mahkemelerin uyguladığı düşman ceza hukuku anlayışı nedeniyle hukukun üstünlüğü demokrasiyle bağını kopardı. İnsanlık hukuku, masumiyet karinesi unutuldu. Adil yargılama yok artık.
Hakikati başka kalıplara sokan adaletin ahlak sorunu var. Bakınız:
Hitler'e hizmet etmiş savcılar-hakimler savaştan sonra, Nazizm'den Arınma Programı'na alındı. Burada savcı ve hakimlere sordular; "Sizler gözünüzü kırpmadan Hitler'e /Naziler'e nasıl hizmet verdiniz, nasıl boyun eğdiniz?" Savcı-hakimler şu yanıtı verdiler: "Biz ne yapalım kanunlar böyleydi, biz kanunları uyguladık!"
Hayır tabii ki, bu gerekçe kabul görmedi. O savcı ve hakimlere şu yanıt verildi: Adalet kökünü ahlaktan alır.
Adaleti ahlaktan bağımsız yorumlayamazsınız.
Peki: Hukukla iç içe olan ahlak nedir? Ahlaksızlığın ne olduğunu anlatarak ahlak tanımı yaptılar:
Ahlaksızlık; bilerek birine zarar vermektir. "Yasalaştırılmış adaletsizlik" kavramı Almanya'da böyle doğdu.
SAYIN HEYET
Sokrates, "yanlış yapmaktansa ona maruz kalmayı tercih ederim" dedi ve bu ahlakçı tavrıyla ölüme gitti.
Yaklaşık 2500 yıl sonra Sokrates'le aynı kaderi paylaşıyoruz: Haksızlığa maruz kaldık ve hala kalmaya devam ediyoruz. Sayın heyet, nasıl bir akıl yürütmeyle TÜBİTAK Raporu'nu aleyhimize değerlendirip tutukluluğumuza karar verdiniz? Diyorsunuz ki, "dokümanlar virüs yoluyla bilgisayarlara gönderilmediği bilirkişi raporuyla doğrulandı!" İyi de siz bunu raporun hangi sayfasına, hangi cümlesine dayandırıyorsunuz? Raporun böyle kesinlik içeren bir tek cümlesi, kanaati, değerlendirmesi yok.
Bu yalanı sadece cemaatin yayın organı Zaman gazetesi yazdı! TÜBİTAK Raporu, "bu dokümanların zararlı yazılımlar vasıtasıyla geldiğine veya gelmediğine dair kesin bir yargıya varılamamıştır" diyor.
Rapor bunu yazarken, siz nasıl böylesine bir sonuca varıyorsunuz? Kelime oyunlarıyla mı adaleti sağlayacaksınız?
Bakınız tüm samimiyetimle söylüyorum:
Bu zorlama gerekçe yerine, "iki bayram arası tahliye olmaz" deseydiniz daha inandırıcı olurdu! Adalet kesinlik ister. Kelime oyunlarıyla gerçeğin üzeri örtülemez.
SAYIN HEYET
Tutuklanmamızı talep eden Sayın Savcı Zekeriya Öz'e, bizi tutuklayan 12'inci Ağır Ceza Mahkemesi'ne ve mahkemenizdeki savunmamda hep aynı cümleyi kurdum, açıp duruşma tutanaklarına bakınız.
Dedim ki, "Ben bu dokümanları görmedim, bunlar bize ait değil. Asıl mesele bu word dosyalarının bilgisayarımıza nasıl geldiği. Dananın kuyruğu burada kopuyor. Mesele bu word dosyalarının bilgisayar korsanlığı yoluyla yerleştirilip yerleştirilmediğidir." TÜBİTAK dokümanların nasıl geldiğine ilişkin şu tespiti yapıyor: "Bilgisayarda çok sayıda zararlı yazılım izine rastlanmıştır. Uzaktan dosya atabilme özelliğine sahip ve ilgili bilgisayar kullanıcılarını hedef almış olan zararlı yazılımların çalışmış olduğu kanısına varılmıştır."
Yine rapordan devam edeyim:
"Yapılan incelemeler sonucunda, ilgili bilgisayar kullanıcılarını özel olarak hedef alan sosyal mühendislik saldırılarının mevcut olduğu, bu saldırılarla gönderilen zararlı yazılımların uzaktan yönetim ve dosya atma kabiliyetlerinin bulunduğu ve bu zararlı yazılımların kısa bir süre de olsa aktif olarak ilgili bilgisayarlarda çalıştığı kanaatine varılmıştır. Bu zararlı yazılımlar vasıtasıyla ilgili bilgisayarlara uzaktan dosya aktarma işleminin yapılmış olması mümkündür."
Rapor, bilgisayarlarda Turkojan, Bandook gibi zararlı yazılım türlerinin bulunduğunu belirterek, "bu yazılımların uzaktan yönetim ve dosya atma kabiliyetleri mevcuttur" diyor. Daha ne desin TÜBİTAK Raporu?
"Delil 1: 24, Delil 2: 24 ve Delil 3:52 adet zararlı yazılım var" diyor. Bilgisayarlar zombi bilgisayar olmuş.
Yani, sahibinin haberi olmadan kendisine kötücül bir yazılım bulaşmış; uzaktan erişen yetkisiz kullanıcılara kendini kullanma ve kontrol etme yeteneği veren ve bundan dolayı tehlike arz eden bilgisayar haline gelmiş.
Yani, bilgisayarların güvenlik duvarı çökertilmiş, her türlü zararlı müdahaleye açık hale getirilmiş. O halde: '
Bu tespitler, gerçekler ortada iken, mahkeme nasıl ve neye dayanarak, "dokümanların bilgisayarlara virüs yoluyla gönderilmediği doğrulandı" diyor.
Sahi bizi yargılayan iddia makamı mı? Yoksa nasıl böyle temelsiz- vahim bir sonuca varılabilir?
Hata yaptığınızı düşünüyorum; hile yapacağınızı aklıma bile getirmek istemiyorum.
SAYIN HEYET
TÜBİTAK raporu haklı olduğumuzu, bu dokümanların bizim olmadığı tespitini açık açık yapıyor:
Suçlamalara dayanak dijital dokümanların bizler tarafından hiçbir şekilde oluşturulmadığını, değiştirilmediğini ve erişimin sağlanmamış olduğunu yani açılıp okunmadığını kesin bir sonuçla bildiriyor. Gerçekler bu kadar ortada iken nasıl görülmez? Bunun bir sebebi olmalıdır.
Çünkü eğer yasal kullanıcılar, yani bizler tarafından bu dokümanlar oluşturulmamış, değiştirilmemiş ve erişim sağlanmamış ise bu dokümanları silen kişiler kimlerdir? Öyle ya bunlar silinmiş olarak bulundu!
Sayın heyet niye kendinizi zorluyorsunuz?
Bizi de zorlamayın, savcılık kılını bile kıpırdatmazken biz bilirkişi raporları için yırtındık. TÜBİTAK Raporu'nun gelmesi için çalmadığımız kapı kalmadı.
Lütfen söyler misiniz, bu dokümanlar bizim olsa bilirkişi raporları için, TÜBİTAK Raporu için niye çırpınalım?
Bakınız ben mesleki tecrübesi olan 26 yıllık gazeteciyim. Mesleki hayatım dava dosyaları okuyarak geçti.
Siz ne derseniz deyin, davanın temeli olan deliller çökmüştür, geçerliliğini kaybetmiştir. Bu dava bitmiştir. Kanıtı olmayan ceza olmaz.
SAYIN HEYET
Yalanın rakibi gerçek, tehlikelidir.
Ondan kurtulduğunuzu sanabilirsiz ama olmadık bir yerde olmadık, bir zamanda mutlaka gün yüzüne çıkar.
Zorba bir gücün sürgit devam edeceğini düşünenler en çok hayal kırıklığına uğrayanlardır. Geleceğin en önemli niteliği şaşırtıcı olmasıdır.
Bunu yıllardır tarih çalışması yapan bir gazeteci olarak söylüyorum. Hükmü her daim tarihin yüce mahkemesi veriyor. Burada sanık olarak bulunmaktan kendi adıma değil ülkem adına utanç duyuyorum.
21 'inci yüzyılda yazıyı, kitabı ve gazetecileri ve yazarları yargılıyorsunuz.
Öyle bir dönemden geçiyoruz ki, Bertolt Brecht'in söylediği gibi, "Nasıl bir çağ ki bu, ağaçlardan konuşmak, suç işlemekle bir."
Sayın heyet, "bu ayıptan Türkiye'yi kurtarın" demeyeceğim. Çünkü: Mahkemenize olan güvenimi yitirdim. Adalete olan inancımı öldürüp Silivri zindanına gömdüm.
Önce 3'üncü yargı paketi'yle ilgili ve ardından TÜBİTAK raporu'ndan sonra verdiğiniz kararları mesleğiniz, makamınız isminiz adına üzüntüyle karşıladım.
Anladım ki:
Bugün ülkemizde en çok ihtiyaç duyduğumuz adalet ahlaktan arındırılmış ve bir intikam aracına dönüştürülmüştür.
Bugün:
Korkaklık şu soruyu soruyor: Emniyetli mi?
Menfaatçilik şu soruyu soruyor: Faydalı mı?
Ve vicdan şu soruyu soruyor: Adaletli mi?
Benim sizden tek talebim var: Vicdanınızı devre dışı bırakmayın.
SONER YALÇIN
SİLİVRİ CEZAEVİ
14 Eylül 2012