çanakkale savaşı'nda, kilitbahir'de anzaklara karşı savaşmış büyük dedem, bağlı bulunduğu birliğin en keskin nişancısıymış. tek gözünü sürekli kapalı tutup, bir silahın arkasında olmadığı hiç görülmediği için kör yusuf derlermiş namına. havadaki kuş sürüsünden birliğinin öğlen yemeğini çıkartır, bulgur aşının yanında et yerlermiş. vatanın kurşunu boşa gitmesin diye, kendi tüfeğini ateşlermiş avcılık yapacağı zaman. yorulmak bilmezmiş rahmetli, her öldürdüğü genç canını yakarmış ama kilitbahir'i başkasının eline vermek, muharebeyi kaybetmek demek olduğundan, uyumazmış bile. komutasındaki askerlerden birisi öldüğünde acısını kalbinde duyduğundan; o kurşunu atacak anzak askerinin parmağı daha tetiğe gitmeden, kafasını bir kurşun deler geçermiş. dedemin anlattığına göre, çok kocaman bir adammış. dev gibi elleriyle koca kayaları tutar da yolun kenarına atarmış.
güzel bir nisan sabahı günlerden perşembe iken, 3 günlük uykusuzluğuyla bir gözü kapalı, tüfeğinin arkasında beklediğinde, ateşkes saatlerinde olduğu aklından çıkmış. yorulmak bilmez kör yusuf'u cephe bunalımı sarmış. birlikteki erleri onu uyardıkları halde, "işime karışmayın, bu memleket keferenin olmayacak" diye şahin gibi beklemiş. kimse ses edemediğinden, ve sakinliğiyle tanınan bu adamın bu kadar öfkeli halini tahayyül bile edemeyeceklerinden, siperin arkasında sessizce oturmuşlar. ateşkes saatinde atılan her kurşun, bir cinayettir. genç anzak çocuk faili meçhul cinayete kurban gideceğini bilmeden, süngüsünün ucuna taktığı beyaz mendiliyle siperinden çıkmış. uykusuzluğun verdiği yarı delilikle terleyen kör yusuf, kendinde olmadan çekmiş tetiği. daha tetiğe bastığı an, ne yaptığının farkına varmış ama mermi dönerek gidiyormuş 19 yaşındaki anzak askerininin göğsüne doğru. daha mermi saplanmadan, sürekli kapalı tuttuğu gözünden kopan damla toprağa düşmüş. gencecik çocuk geriye savrulduğunda, kör yusuf çocuğa doğru koşmuş. ilk cinayetiymiş bu, yüzyıllar sürecek vicdan azabının ilk dakikalarında alıp kendi siperine getirmiş joseph'i. ölme be çocuk diye ağlarken, orada olan ve dedeme bunları anlatan eri de başlamış ağlamaya. vicdan azabı, bulut gibi çökmüş çanakkale boğazına. bir anlık yorgunluk, gerilen sinirler ve savaşın getirdiği delilik, hiç bir günahı olmayan masum bir genci öldüren başka bir masum genci göz yaşlarına boğmuş.
ateşkes saatleri bitmiş, kör yusuf elindeki tüfeği bir kenara bırakmış. cebinden çıkardığı bir kalemle, çok sonradan benim de elime geçecek mektubu yazmış. bir bahar günü, yaseminler kaplamışken tarlaları, gökte şahinler süzülürken, süleyman peygamber gibi hayvanlarla bile konuşabilmek yerine, insana kurşun atmanın anlamsızlığını, kaybolan joseph'in vicdan azabını, onurla yaşamak gerektiğini, gül bahçesinde huzurla oturmayı özlediğini ve nur içinde ölmeyi istediğini yazdıktan sonra, savaş esnasında çıkmış siperinden. kenarından ıslık çalarak geçen mermiler son türküsü olmuş dev adamın, ilk mermi bacağına saplanmış. hafiften sendelemiş ama anzak siperine yürümeye devam etmiş. ikinci mermi sol kolunu parçalamış. bir daha hiç yazı yazamayacağı gelmiş aklına, belki bir gün torunlardan birisi yazar sol koluyla diyerek yürümeye devam etmiş. düşman siperine varmasına iki adım kala, göğsünden delip geçmiş kurşunlar. kalbi parçalanıp anzak'ın siperine düşerken; belki bizim torunlar birbirini sever, aynı yerde yıllar sonra oturur muhabbet ederler demiş.
kör yusuf, bedenini çanakkale'ye ruhunu mektuba vermiş. o mektupta geçen her kelime aileme isim olmuş. bahar, yasemin ve gül teyzelerimin adıdır. şahin ve süleyman dayılarımın. nur, annemin adıyken benim adım onurdur.
kaderin cilvesi, bir avustralyalı ile evlenen şahin dayımın oğlunun adı ise, sülaledeki tek yabancı isimdir: joseph.
Kaynak: http://m.eksisozluk.com/entry/15902245