12 Eylül 1980 darbesi, Türkiye’yi biçimlendiren olaylar arasında en etkilisi ve en uzun süreni oldu:
Üç yıllık doğrudan askeri yönetim ile onun uzantısı olan sekiz yıllık Özaldönemi, 1991 yılına kadar Türkiye’yi “yeniden yapılandırdı”.
Askerler solun her türlüsünü ezdi, Özal bu yapıyı popülerleştirdi ve siyasetle bütünleştirdi.
Bu çerçevede din, siyasetin araçlarından biri haline getirildi.
Zaten Evren liderliğindeki askeri yönetim de bütün siyasal partileri karşısına aldığı için, toplumsal desteği tarikat ve cemaatlerde arayarak bu yolun kurumlaşmasına ciddi katkıda bulunmuştu.
Gerek Evren’in gerekse Özal’ın arkasındaki Amerikan desteği Türkiye’nin bu dönüşümüne dış dünyadan hem siyasal hem de ekonomik katkı sağladı.
Başkanlık sistemi tartışmaları Özal’ın ikinci kez seçilmesinden sonra 1987 yılı ertesinde gündeme geldi:
Evren’den boşalacak olan Çankaya’daki koltuğa Özal gözünü dikmişti.
Türkiye’de başkanlık sistemi kişiye özel bir rejim olarak tartışmaya açılmıştır.
Anavatan Partisi ANAP’ın güçlü lideri Başbakan Turgut Özal, Cumhurbaşkanı olduğu takdirde elindeki büyük yönetim gücünü ve doğal olarak parti üstündeki denetimini yitireceğini biliyordu.
Bu nedenle gündeme getirdi başkanlık sistemini.
Türkiye’nin özerk eyaletlere bölünmesi ve federasyon tartışmalarını da başlattı.
Böylece kendisi için özel olarak biçimlendirmek istediği başkanlık rejimi tartışılırken, o dönemde artık iyice ortaya çıkmış olan Kürt siyasetinin ve onun arkasındaki ABD’nin desteğini de almayı umuyordu.
O dönemin medyası taranırsa, bugün gündeme gelen ve tartışılan pek çok konunun hemen hemen aynı iddialarla ve hatta aynı sözcüklerle Özal ve taraftarları tarafından savunulduğu görülecektir.
Ama aklı başında olan herkes, başkanlık sisteminin Türkiye’ye uygun olmadığını ve hatta parlamenter sistemin işleyişinde bulunmayan pek çok yeni ve başa çıkılması çok zor sorunu yaratacağını görüyordu.
Bu arada ANAP’ın oy oranı 1987 seçimlerinde yüzde 36’ya düşmüştü.
Anavatan Partisi’nin güçsüzleşme süreci başlamıştı.
Zaten Özal’ın Çankaya’ya çıkmak istemesinde partisinin bu oy kaybı da rol oynuyordu.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılacağı 1989 yılındaki yerel seçimler Özal için tam bir hezimet oldu.
İnönü’nün lideri olduğu Sosyaldemokrat Halkçı Parti yüzde 28 ile birinci,Demirel’in liderliğindeki Doğru Yol Partisi yüzde 25, Özal ise ancak yüzde 21 oy almıştı.
Bırakın rejimin başkanlık sistemine göre yeniden düzenlenmesini, seçmen nezdindeki oy desteği yüzde 21’e düşmüş ANAP’ın hâkim olduğu Meclis’inÖzal’ı cumhurbaşkanı seçmesinin doğru ve meşru olup olmadığı bile tartışılmaya başlanmıştı.
Böylece Özal’ın kendisi için ayarlamaya çalıştığı başkanlık sistemi projesi suya düştü.
Süresi biten Evren’in yerine cumhurbaşkanı seçilen Özal Çankaya’ya çıktı, ANAP’ı ve Başbakanlığı mutemet arkadaşı Yıldırım Akbulut’a emanet etti…
Ve bir süre sonra Çankaya’da sıkılmaya başladı.
Tam yeniden aktif siyasete dönme ve hatta yeni bir parti oluşturma projelerine ilişkin haberler çıkmaya başlamıştı ki, ömrü vefa etmedi.
ANAP liderliği için başlayan mücadele ise Mesut Yılmaz’ın kazanmasıyla son bulmuştu; fakat ANAP’ın gerileyişi sürüyordu.
1991 seçimlerinden DYP-SHP koalisyonunun çıkmasıyla birlikte, Türkiye’deki başkanlık rejimi tartışmaları da bir süre için, Başbakan Demirel’in Cumhurbaşkanı oluşuna kadar, rafa kalktı.
Özal’ın vefatı üzerine Demirel cumhurbaşkanı olunca, başkanlık sistemi yeniden, çok daha düşük tonla da olsa Demirel ekseninde tartışılmaya başlandı.
“Kişiye özel başkanlık rejimi” bir kez daha gündeme gelmişti.
17 Mayıs 2012 - Cumhuriyet
http://cumhuriyet.com.tr/?hn=338126
Yazı serisini word belgesi olarak indirmek için tıklayınız.